Doğru ile yalanın, iyi ile kötünün iç içe girdiği bir dönemdeyiz. Bu döneme kısaca, “Ahir zaman/ Kıyametin kopmasının yakın olduğu an” deniliyor. Maalesef, ‘yalan’ın bu kadar itibar gördüğü dönemler az yaşanmıştır...
Kişi ve kurumlardan bağımsız olarak en baştan ifade edilim ki, yalanla iş görenlerin uzun dönemde muvaffak olması mümkün değildir. Yalan gemisi mutlaka karaya oturur. Yakın ya da uzak tarih buna şahittir. Aldatmayla iş başına gelip, yalan ile iş görenlerin kralları bile en nihayet mağlup olmadı mı? O halde, yalanla arasında uçurumlar bırakması gereken kişi ve kuruluşların yalanla, dolanla bu kadar içi içe olmasının haklı bir izahı olabilir mi?
Türkiye, birbirinden çetin dönemleri geride bıraktı. En son, ibretlerle dolu 28 Şubat 1997 süreci yaşandı ve bu dönem büyük tahriplere sebep oldu. 28 Şubat sürecinde en fazla sıkıntı çekenler mütedeyyin insanlar oldu. O dönemdeki medya, ekseriyetle kötü bir imtihan verdi. Yalan ve iftira dolu haberler günlerce, aylarca manşetlerde yer aldı.
O günkü yalanların çok misalleri var, birini misal olsun diye hatırlatalım: Devletin resmi ajansının muhabirleri, ‘çarşaf’ giydirdikleri insanları Uludağ’da kayak yaptırmış ve sonra da “Araplar/ mürteciler/ gericiler Uludağ’da” anlamına gelecek haberlere imza atmıştı. Bunun gibi, su katılmamış yalanlar gündemi uzun süre meşgul etti. Ve 28 Şubat’a imza atanlar bu haberleri ‘delil’ olarak kabul etmişti.
Yalan haberlere imza atılması noktasında benzer bir dönem yaşıyoruz. Bu noktada dikkat çekici olan, dünün mağdurlarının bugünkü yalan habercilikte öncü olmuş olmasıdır. 28 Şubat sürecinde yapılan haberler, bazı küçük değişikliklerle aynen tekrarlanıyormuş gibi bir durumla karşı karşıyayız. Bu kadar suçlama yapılıp, ortaya bir neticenin çıkmamış olması normal midir?
Hem, “Birisinin hatasıyla başkası mes’ul/sorumlu olmaz” temel prensibi (Hiçbir günahkâr diğerinin günahını yüklenmez. Zumer Sûresi, 7. ayet) gözümüzün önünde olduğuna göre, ‘biri’nin hatasıyla ‘binler’ nasıl itham edilebilir? Düşünün ki, suçlanan bir kişinin soy ismi aynı diye başka insanlar itham ediliyor... Böyle bir yayın anlayışı insaf ile, iz’an ile açıklanabilir mi? Velev ki o haber, o iddia doğru olsun. Bir başkası nasıl suçlanabilir?
Elbette, çelişkiler ve gariplikler bununla sınırlı değil. 28 Şubat sürecini yaşamış ve haklı olarak bundan rahatsız olmuş bazı gazeteciler, aleme/dünyaya nizamet verirken; yazılarının yayınlandığı gazeteleri görmüyorlar. Kendi sütununda iyilik ve dürüstlük dersi verirken, yandaki iftirayı, yalanı ve birisinin hatasıyla başkanının suçlanmasını görmezden geliyor. Böyle bir şey kabul edilebilir mi? Yoksa, bunlar yazı yazdıkları gazeteleri de mi okumuyorlar?
Hayır, hayır, hayır! 28 Şubat sürecini yaşamış mütedeyyin insanların bu hale düşmesini anlamak mümkün değil. Aynı şey, o günleri yaşayan siyasetçiler için de geçerli. Şu anda ellerinde imkân var diye, başkalarını, muhaliflerini manşetlerle vurmanın peşindeler. Aynı gazetelerin yaptıkları müstehcen yayınları ise görmüyorlar. “Ne alakası var?” diyemeyiz. Yaşanan bunca çirkinliğin altında medyadaki müstehcen yayınların payı yok mu? Onlara çeki düzen verme imkânı olan siyasetçilerin bu meseleleri dert edinmemesi büyük bir hata değil mi?
Bazı haberlere ‘yalan’ demek bile mümkün değil. Yapabileceğimiz en iyi şey, böyle durumlara düşmemek için Allah’a yalvarmak: Ey Rabbimiz! Bizi, tenkid ettiğimiz durumlara düşürme. Amin...