Tam düzlüğe çıkılacaktı ki, yükselen dolar fiyatı, piyasaları sarstı. Acaba Türkiye’yi idare edenler bu bahaneye mi sığınacak?
Muhtemelen işin ehli olanlar bu günleri tahmin ediyordu. Çünkü ne zamanki ekonomik sıkıntılar ‘kavga’ ile halledilmeye çalışılmış, o zaman işler çığırından çıkmıştır. 2001 krizinin başlaması da böyle bir ‘kavga’ ile olmamış mıydı?
Daha önceleri de karşılaştığımız bir manzara var önümüzde: Dolar yükseliyor, TL değer kaybediyor. Tabii ki bu bir neticedir. Üretime dayanan bir ekonomimiz olsa, ikide bir bu problemle karşılaşır mıydık? Nasıl ki ‘yüksek ateş’ten yatan bir hastayı kalıcı tedaviler uygulamadan ayağa kaldırmak mümkün değilse, aynı şekilde doların yükselmesi ve TL’nin değerinin düşmesini engellemek de günü kurtarmaya matuf tedbirlerle mümkün olmaz.
Bu apaçık gerçeği, ekonominin kumanda masasında oturanların bilmemesi mümkün değil. Ya neticenin böyle olacağını hissedip suçu birbirlerine atmak için böyle bir ‘kavga’ başlattılar ya da ferasetleri kapanmış durumdadır. Her iki halde de faturayı hepimiz ödemek durumunda kalacağız.
Doların yükselmesi, TL’nin değer kaybetmesi elbette sadece Türkiye’deki hadiselerle ilgili değildir. Dünya bir ‘köy’ haline geldiğine göre, başka ülkelerdeki gelişmeler de bizi etkiliyor. O halde yapılması gereken, kuru övünmeyi bir yana bırakıp ekonomiyi sağlam temeller üzerine oturtmak olmalıdır. İmkân ve fırsat buldukça, “Övünmeyi bırakın, iş yapın” demeye çalışıyoruz. Bir taraftan dünyaya nizamat verme iddiasında olup, öte yandan dünyanın öbür ucundaki rüzgâr sebebiyle ‘çatı’nız uçuyorsa, gerçekleri görmek durumundasınız. “Bir Türk dünyaya bedeldir” yanlış anlayışıyla hareket edip, “Kriz bizim yanımızdan bile geçemez. Dünyanın hayran olduğu bir ekonomi olduk. Şu kadar büyüdük, bu kadar yatırım yaptık. Dünyanın en büyük inşaatlarına imza atıyoruz” deyip sonra da ‘dolar’a karşı mağlup olmak izah edilebilir mi?
TL’nin değer kaybetmesi, hepimizin fakirleşmesi demektir. Dün mesela, 5 dolara sattığımız elmayı, bugün 4 dolara satmamız demektir. Bunun yanında dün 500 TL’ye aldığımız bir telefonu, bugün 600 liraya almak mecburiyetinde kalmak demektir.
Türkiye’yi idare edenlerin birbirleri arasındaki ‘kavga’nın faturasını 75 milyon ödeyecek. Yazık değil mi?
Büyük çoğunluk bu kavganın bir işe yaramadığını biliyor. Buna rağmen, “Kavgaya son verin” diyen bir danışman göremiyoruz. Kavgacı dil, sadece ekonomiye değil; siyasete, sosyal hayata, eğitime velhasıl kahvehane köşelerinden misafir odalarına kadar tesir ediyor.
Asıl sorumluluk, kaptan köşkünde oturanlarındır. Bürokratlar direniyorsa, elinde yetki olanların yapması gereken onları kamuoyuna şikayet etmek değil, görevlerinden el çektirmektir. Her hal ve şart altında sorumluluk siyasi iradenindir. Hiç kimse çıkıp da, “Bakın, bürokratlar beni dinlemedi. Bu sebeple dolar yükseldi, TL değer kaybetti” diye ağlaşmasın. Ekonomi treni yolunda ilerlerken övünmek, raylardan ses gelip de tren yavaşlayınca suçu başkasına atmak olmaz. Sorumluluk siyasetçilerin omuzundadır.
Sabah akşam dolara kızmak yerine, üretimi arttırıcı adımların atılması lazım. Bu arada israfa son vermek gerekirken, yeni israf kapıları açıldığını duyuyoruz. İsraf denizinde yüzüp de; sahile ulaşan bir ülke, bir millet, bir şahıs var mı?
Filler tepinmesin, çayırlar ezilmesin; vesselam...