Darbelerin çirkinliklerini anlatmakla bitiremeyiz. Baştan sona kimden ve kime karşı olursa olsun bütün darbeleri reddederiz, reddediyoruz ve reddetmeliyiz.
Önceki darbelerde olduğu gibi son darbe/darbe teşebbüsünden sonra da ölçüsüz hareket eden, aklıyla değil de hisleriyle konuşanlar oluyor. En az darbe kadar tehlikeli olan bir hal ve hareket yaygınlaşmaya başlıyor ki bu tehlikenin önü hemen kesilmezse çok ağır bedeller ödenme ihtimali vardır.
Sanal âlemde yapılan bazı yorumlar ‘suçun şahsiliği prensibi’ni göz önüme almadan toptancı bir anlayışla herkesi suçlu ilan ediyor. Böyle bir anlayış zemin bulur ve suçu işleyenlerle beraber, onların eşi ve dostu da suçlu ilan edilirse çok yanlış olur.
Sosyal medyada gizli isimlerle yapılan yorumları bir yana bırakırsak bile, gerçek isimlerle yapılan ve mütedeyyin insanlar olduğu görülen kişilerin yorum ve değerlendirmeleri insanı dehşete düşürüyor. Hepimiz biliyoruz ki “Ve lâ teziru vâziratun vizra uhrâ/ Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez” Kur’ân’ın emridir. (En’am Suresi: 164; İsra Suresi: 15) Bu emri ve bu hükmü bilen mütedeyyin insanların ispiyonculuk kampanyası başlatması ya da başlatmayı teklif etmesi anlaşılabilir mi?
Bu mesele ile ilgili olarak Üstad Bediüzzaman’ın ikazlarını hatırlamakta fayda var: “Siyaset-i beşeriyenin en esaslı bir kanun-i esasîsi olan, “selâmet-i millet için fertler feda edilir. Cemaatin selâmeti için eşhas kurban edilir. Vatan için herşey feda edilir” diye, bütün nev-i beşerdeki şimdiye kadar dehşetli cinayetler bu kanunun suistimalinden neş’et ettiğini kat’iyen bildim. Bu kanun-i esasî-yi beşeriye, bir hadd-i muayyenesi olmadığı için çok suistimale yol açmış. İki Harb-i Umumî, bu gaddar kanun-i esasînin suistimalinden çıkıp bin sene beşerin terakkiyatını zirüzeber ettiği gibi, on cani yüzünden doksan masumun mahvına fetva verdi. Bir menfaat-i umumî perdesi altında şahsî garazlar, bir cani yüzünden bir kasabayı harap etti. Risale-i Nur bu hakikati bazı mecmua ve müdafaatta ispat ettiği için onlara havale ediyorum. İşte, beşeriyet siyasetlerinin bu gaddar kanun-i esasîsine karşı, Arş-ı Azamdan gelen Kur’ân-ı Mu’cizülbeyan’daki bu gelen kanun-i esasîyi buldum. O kanunu da şu ayet ifade ediyor: (Ve lâ teziru vâziratun vizra uhrâ. Meali: Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez.)” (En’am Suresi: 164; İsra Suresi: 15)
“Yani, bu iki ayet, bu esası ders veriyor ki: “Bir adamın cinayetiyle başkalar mes’ul olmaz. Hem bir masum, rızası olmadan, bütün insana da feda edilmez. (...) Bunun tafsilâtını da Risale-i Nur’a havale ediyorum.” (Emirdağ Lalikası II, s. 648)
Birinin hatasıyla başkaları da mesul tutulmaya başlanırsa ve bu yanlış yola girilirse tedavisi imkânsız yaralar açılabilir. Bu bakımdan Türkiye’yi idare edenlerin yanlış yolu tavsiye edenleri dikkate almamaları gerekir. Birisinin hatası sebebiyle başkaları da cezalandırılmaya başlanırsa büyük zulümlere kapı açılmış olur.
Önemli noktalardan biri de hak edene hak ettiği cezayı adil bir şekilde vermektir. Suç işleyenlerin hak ettikleri cezayı almaması da bir adaletsizliktir.
Adalet mülkün temeliyse ondan kıl payı ayrılmamak icap eder.