Okul öncesi eğitim kurumları ile ilk ve orta dereceli okullarda okuyan yaklaşık 18 milyon öğrenci, dün karne alarak 2 hafta sürecek yarıyıl tatiline girdi. Görünüşte çocuklarımız karne aldı, ama hepimiz biliyoruz ki asıl karne alanlar biziz.
Nitekim, Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı, öğrenci karnelerini değerlendirirken; “100 üzerinden konuşursak 50’nin altındaki bütün notların sorumluluğu bize ait. Çocuklarınızı eğer tebrik etmek istiyorsanız 50’nin üzerindeki notlarından ötürü onları tebrik edebilirsiniz, ama 50’nin altındaki notlara bakarak onlara kızmayın. O notların sorumluluğu bizde” demiş. (AA, 23 Ocak 2015)
Bakan Avcı, Kızılcahamam Meslekî ve Teknik Anadolu Lisesinde 3D laboratuvar açılışı törenine katılıp, 3 boyutlu laboratuvar örneğinin, meslekî ve teknik eğitime verilen önemin göstergesi olduğunu söylemiş. Haklı olabilir, ancak bu ifade aynı zamanda Türkiye’deki eğitimin de, sermaye gibi “eşit dağıtılmadığını” göstermez mi? Yeri geldiği için hatırlatalım: Fatih Projesi çerçevesinde her öğrenciye verilmesi gereken tabletler tam olarak verilebildi mi? Elbette, tablet verilen öğrenciler var, ama büyük çoğunluk bu imkâna kavuşamadı. Türkiye’nin bir yerinde 3D laboratuvar olsun, öbür yanında normal laboratuvar da olmasın; nerde kaldı eğitim seviyesinin eşitliği? İyilikler ve güzellikler her öğrencinin ve velinin hakkı değil mi?
Öğrenci ve öğretmenlere de hitap eden Avcı, şunları da söylemiş: “İnşallah, ikinci dönemde de aynı başarılarının artarak devamını diliyorum. Bütün öğretmenlerimize üstün gayretleri nedeniyle çok teşekkür ediyorum. Bir ders yılı boyunca bir yarıyıl boyunca çok yoruldular, çalıştılar, dinlenmeyi hak ettiler. Öğretmenlerimize öncelikle dinlenmelerini tavsiye ediyorum, çocuklarımıza da fırsat buldukça dinlenmelerini, eğlenmelerini ara sıra da anne babalarının gözüne girmek için ders çalışıyor gibi yapmalarını tavsiye ediyorum.”
İşte, eğitimin felsefesini ortaya koyan tesbit burada: “Çocuklarımıza da (...) ara sıra da anne babalarının gözüne girmek için ders çalışıyor gibi yapmalarını tavsiye ediyorum.”
Bu tavsiye öğrencilerimizin hoşuna gidebilir ve belki de öğrencilerin böyle yapması göz ardı edilebilir. Peki, bütün bir eğitim sistemi böyle ise? Yani, “çalışıyor gibi yapmak” bir kural olarak uygulanıyorsa o eğitimden iyi bir netice alınabilir mi?
Ve maalesef, bir öğrenci velisi olarak sistemin böyle işlediği yönünde kanaatimiz vardır. Öğrenci “ders çalışıyormuş gibi” yaparsa, öğretmenler de “öğretiyormuş gibi” yapar. Elbette öğretmenliğini en iyi şekilde yapanlar vardır ve onları tenzih ederiz. Ancak sistemin “yaparmış gibi yapanlar”ı daha fazla el üstünde tuttuğu kanaati hâkim.
Türkiye sıkıntılarını aşmak ve günün şartlarında bir sisteme ulaşmak istiyorsa “yaparmış gibi yapmak” anlayışını terk etmek durumundadır. Bir asra yakındır bu yanlış anlayış hükmettiği için arzu edilen seviyede bir eğitim mümkün olmuyor. Öğrencilerin “yaparmış gibi yapması”nı kabul edebiliriz, ama öğretmenlerin, müdürlerin ve bakanların “yaparmış gibi yapması”na itirazımız olur.
Bu anlayış devam ederse, Türkiye’deki eğitimin de “varmış gibi” olduğu söylenir ki zaten bu anlayışın bedelini ödüyoruz ve ödemeye de devam ederiz.
Hem aklı hem de kalbi eğiten ve doyuran bir eğitim sistemine ihtiyacımız var, vesselâm.