Fakirliğin, cahillik ve ihtilafla birlikte düşman listesinde yer alması boşuna değil.
Allah muhafaza etsin, bazı insanlar fakirlik sebebiyle hakikatlere gözlerini ve gönüllerini kapayabilir, fenalık ve azgınlığa meyledebilir. Bu sebeple ne merde ne de namerde muhtaç olmayacak bir hayat sürdürebilmek her zaman tercih edilir.
Türkiye’nin dertlerinden biri de fakirlik ve ona bağlı olarak ortaya çıkan neticelerdir. Bu bakımdan Türkiye’yi idare edenler her fırsatta büyümekten, zengin olmaktan bahseder ve insanları buna yönlendirir. Allah’a şükürler olsun ki, dedelerimizden zenginiz. Dedelerimiz ve babalarımız kara lastik bulamazken biz ayakkabı beğenmez hale geldik. Bununla birlikte fakirlik belasını tam olarak başımızdan def edebilmiş değiliz.
Bunun sebebi de belli: Yıllardan beri ifade edilmesine rağmen üretimi artırmayı başarabilmiş değiliz. Rakamlara bakılırsa üretmeden tüketmeyi tercih ediyoruz.
Daha büyük bir dert ise, tüketmek için lazım olan paranın da bankalardan alınıyor olmasıdır. Bu meseleyi kişilerden bağımsız olarak düşünüp çare aramak icap eder. Fakirliği mağlup eden ülkeler, bunu ancak üretimi arttırarak yapabilmiştir. Üretmeden, sanayi tesislerini kurmadan, ihracat yapmadan bu meselenin halli mümkün değil.
Maalesef işleyen daha doğrusu işlemeyen sistem vatandaşı bankalara mahkûm etmiş vaziyette. Alış verişler kredi kartlarıyla yapılıyor. Esten dosttan alınabilen “karz-ı hasen/ güzel borç” uygulaması tarihe karışalı çok oldu. Bugünkü şartlarda ev araba ya da benzeri ihtiyaçlarını karşılamak için bankalara müracaat etmeyen kaç kişi kaldı? Hele hele banka kapılarına gitmeden sanayi işine girebilecek kimse kaldı mı?
Dikkat edilmesi gereken başka bir mesele de, mütedeyyin insanlarda var olan ‘faiz’ hassasiyetinin her geçen gün aşınıyor olmasıdır. Her hangi bir ihtiyacınız olduğunda bir dosta müracaat etseniz, “Kimseye minnet etme. Git bankaya kredi al!” şeklinde tavsiyelerde bulunuyor. Hem de işin içinde faiz olduğun bile bile! Belki de faiz hassasiyetinin ortadan kalkmasının ağır bedelini fakirlik çekerek hep birlikte ödüyoruz!
Aslında rakamlar alarm veriyor. Geçen yılın nisan ayındaki 154,8 milyar liralık ihtiyaç kredisi borcunun üstüne son bir senede 2,5 milyar lira eklenmiş. Ödenmesi gereken 18,1 milyar liralık kredi borcu ödenememiş. Kredi kartı borçları ise son bir yılda yüzde 25’ten fazla artmış. Türkiye Bankalar Birliği Risk Merkezi’nin verilerine göre 2,7 milyon kişi banka borcunu ödeyemiyor.
Bu tablo, üretmeden tüketme yarışına katılmanın bir neticesi olsa gerek. 3 milyona yakın insanın borcunu ödeyemediği bir ülkede huzur ve güvenin olması mümkün mü? Borçla yatan, borçla kalkan bir insan işinde ve gücünde verimli olabilir mi?
El birliği ile bu musibeti başımızdan def etmek durumundayız. “Borçtan kurtulma programı” başlatılsa ve insanlar daha fazla tüketmek yerine daha fazla üretmeye teşvik edilse ancak bu sıkıntılar aşılabilir.
Unutmayalım ki üretmeden ve tüketerek fakirliği ve onun neticesi olan hastalıkları bertaraf edemeyiz. ‘Büyük Türkiye’ olmak için yola çıkarılan önce bunu bilmeli ve programlarını buna göre yapmalı.
Üretmeden, israfla ve tüketerek yol almak mümkün değil.