Kâinatın ömrü bakımından ‘ahir zaman’da yaşadığımızı ilim adamları da ifade ediyor.
Hatta, dünyanın/kâinatın vefat tarihiyle ilgili tahminlerde bulunanlar da var. Bu tahminlerin gerçeği ne ölçüde yansıttığı elbette tartışılır, ama kâinatın da bir ömrü olduğu ve bir gün öleceği hususunda ittifak vardır. Tabiidir ki bizi, kâinatın ölümünden önce kendi hayatımız ve ölümümüz ilgilendirir. Meşhur ‘fıkra’dır: Merhum Nasreddin Hocaya, “Kıyamet ne zaman kopacak?” diye sormuşlar. Cevaben, “Hanım ölünce küçük kıyamet, ben ölünce de büyük kıyamet kopmuş olacak” mealinde hikmetli bir cevap vermiş. Dolayısı ile kâinatın, dünyanın ömründen ziyade; kendi ömrümüz ve bu ömrü nasıl değerlendirebildiğimiz önemlidir.
Kıyametin kopmasına yakın ‘dünya’nın, daha doğrusu insanlığın ‘yol’dan çıkma emareleri göstereceği, bir ‘fesad zamanı’ yaşanacağı Hadis-i Şeriflerle haber verilmiştir. Her devir için ‘fesat zamanı’ demek bir yönüyle mümkün olsa da, günümüzün ‘fesad zamanı’ olduğu çok daha net olarak hissediliyor. Fesad; bozuk(luk) ve fanalığın yaygınlaşması anlamına gelir. Karışıklık, anarşi, insanların ‘hadd’i aşıp başkalarının hakkına tecavüz etmesi de ‘fesad’ın başka bir delili, göstergesi. Dolayısı ile içinde bulunduğumuz ‘süreç’ böyle isimlendirilebilir.
Peki, bu tehlikeli süreçte nasıl davranmak gerekir? Kâinatın Efendisi, Peygamberimizin (asm) bu husustaki ikazını hatırlayalım: “Fesâd-ı ümmetim zamanında kim benim sünnetime temessük etse, yüz şehidin ecrini, sevabını kazanabilir.” Hastalık belli: Fesad zamanındayız. Çare de belli: Her konuda, Peygamberimizin sünnet-i seniyyesine ittiba edeceğiz, uyacağız, hayatımızda onu örnek alıp, onun gibi yaşamaya çalışacağız.
Üstad Bediüzzaman Hazretleri, “Onbirinci Lem’a”da bu meseleyi izah etmiş. Bir süreden beri sıla-i rahim vesilesiyle Çayeli, Senoz Vadisindeki köyümüzdeyiz. DİB (İstanbul) Haseki Eğitim Merkezi’nde uzun yıllar tefsir dersleri okutan emekli müftü Yahya Alkın hocamız da köy komşumuz. Bir vesile ile mahallemize davet ettik ve komşularımızla birlikte okunan Risale-i Nur dersini dinledik. Tevafuken, ‘ümmetin fesada düştüğü zaman’la ilgili olan “Onbirinci Lem’a” okundu. Yapılan izahlar, sohbeti dinleyen herkesi memnun etti ve aynı zamanda içinde bulunduğumuz ‘süreç’in ne kadar tehlikeli bir süreç olduğunu da tekraren hatırlamış olduk.
Sünnet-i Seniyyeye ittiba, yani hayatımızda Peygamberimizi örnek olmak basit bir mesele değil. Aynı eserde hatırlatıldığı üzere, İmâm-ı Rabbânî Ahmed-i Fârûkî (r.a.) şöyle demiş: “Ben seyr-i ruhanîde kat-ı merâtip ederken, tabakat-ı evliyâ içinde en parlak, en haşmetli, en letâfetli, en emniyetli, Sünnet-i Seniyyeye ittibâı esas-ı tarikat ittihaz edenleri gördüm. Hattâ o tabakanın âmi evliyaları, sair tabakâtın has velîlerinden daha muhteşem görünüyordu.” (Lem’alar, s. 55)
“Sünnet-i Seniyyeye uymayı esas yol” olarak seçenler, içinde bulunduğumuz ‘dehşetli fesad zamanı’nı inşallah yarasız, beresiz atlatmaya muvaffak olur. “Fesad ve bid’a zamanı”nın tam ortasında olduğumuzun farkına varalım ve hayatımızın Sünnet-i Seniyyeye uygun olması noktasında birbirimizi teşvik edelim. Başka türlü bu çetin ‘süreç’leri aşamayız, bunu da bilelim.