Kime sorulsa ülke için, millet için çalıştığını söyler.
Öyle olması da gerekir. İyiliklerin hepimiz için istemek gerektiği gibi, fenalıkların da hepimizden uzak olmasını arzu etmeliyiz. Tabiî ki sadece istemek ve arzu etmek yetmez, bunların temini için gereğini de yapmak icap eder.
Hak, hukuk ve adaletin hüküm sürdüğü; maddî ve manevî zenginliğe kavuşmuş huzurlu bir Türkiye’de yaşamayı kim istemez? İsteriz de bunun gereğini hepimiz yapar mıyız? Daha doğrusu bunun için neler yapmak icap ettiği hususunda millet olarak ittifak halinde miyiz?
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, başka bir makamda söylemiş olsa da aslında çareyi dile getirmiş: “En büyük sermaye ne altın ne petrol, (bunların hiçbiri değil, önemli olan) eğitimli insan. İstediğin kadar petrolün, altının olsun, eğitimli insan olmayınca bunların hepsini kaybediyorsun. Ülkemizin geleceği olan çok eğitimli, nitelikli insana ihtiyacımız var.” (AA, 22 Ağustos 2017)
Hisarcıklıoğlu, Muğla’da katıldığı bir programda yaptığı konuşmada, TOBB’un en çok yatırım yaptığı alanların başında eğitimin geldiğini söylemiş ve zenginleşmenin yolunun eğitimden geçtiğini dile getirmiş.
Aynı programa katılan Vali Esengül Civelek de Türkiye’nin kalkınması için eğitime daha fazla yatırım yapılması gerektiğini hatırlatmış.
Bakınız, hangi yöne gidilirse gidilsin önümüze eğitim ve ahlâk meselesi çıkıyor. Bir ülke, eğitimini arzu edilen seviyeye ulaştıramamışsa zenginlik, liderlik, büyüklük gibi iddialarını gerçekleştirmesi mümkün olur mu?
Eğitimli insanı olmayan ve yer altı zenginliklerine sahip olan onlarca ülkenin dünya nezdinde itibarsız ve fakir olduğuna şahit olmuyor muyuz? Bu apaçık gerçek ortadayken eğitime gereken ehemmiyeti vermemek nasıl izah edilebilir?
Düne kadar yapılan yanlışların muhasebesi elbette yapılmalıdır, ama daha da önemlisi bugün ve yarın ne yapacağımızdır. Dün yapılan yanlışlar bizim için bahane olmamalı ve eğitim meselesine ciddî olarak eğilmeliyiz. Eğitimi iyileştirmek konusunda yapılan toplantıların çok daha geniş katılımla yapılmasında fayda vardır. “Akıl akıldan üstündür” kuralı bu noktada mutlaka devreye sokulmalı ve herkesten teklif ve bilgi alınmalı. “Bizim aklımız bize yeter. Akıl vermeyin, oy verin” şeklindeki bir anlayışla eğitim sistemimizi ve seviyesini düzeltmemiz mümkün olmaz. Nasıl ki ekonomi ve sanayi gibi konularda kim iyi yapıyorsa o ülkeleri örnek almaya çalışıyoruz, örnek gösteriyoruz; eğitim konusunda da böyle yapmak durumundayız.
Keşke en büyük sermayenin ne altın, ne petrol, ne de benzeri maddî zenginlikler olmadığını, bunun yanında asıl zenginliğin eğitimli, ahlâklı, bilgili, kültürlü; kısaca ‘yetişmiş insan’ olduğunu çok çok erken öğrenmiş olsaydık. Öğrenmiş olsaydık da eğitim sistemimizi ona göre geliştirip yenileyebilseydik.
Yeni eğitim ve öğretim yılına az bir zaman kala bu meselelerin etraflıca konuşulmasını ve sistemdeki yanlışların düzeltilmesini temenni edelim. Müfredatın değiştiği açıklandı, ama bakalım uygulama nasıl olacak ve şikâyetler sona erecek mi?
Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, bir yazısını şöyle bitirmişti: “İnşaallah bu eğitimi de aramayız.” (Karar g. 23 Ağustos 2017)
Ne diyelim, inşallah aramayız...