Daha önce değişik vesilelerle hatırlatılmaya çalışıldığı üzere en yakın komşularımızı takip eden, oralardaki siyasî ve sosyal problemlere doğru teşhis koyan uzmanların sayısı bir elin parmakları sayısıncadır.
Bunun bir sebebi de üniversitelerimizde İslâm dünyası ve komşu ülkelerle ilgili bölümlerin, birimlerin ve enstitülerin olmamasıdır. Hattâ ve hattâ bazı ülkelere tayin edilen elçilerimizin o ülkenin dilini bilmemesi maalesef Türkiye açısından sıradan bir hadise gibidir. Sormak gerekmez mi: Böyle bir şey olabilir mi?
Daha önce University of London’da İslâm tarihi ve İslâm düşüncesi üzerine dersler veren, hâlen Middle East Eye ve Quds Al-Arabî gibi yayın organlarında yazı ve analizlerini paylaşan, İslâm düşüncesi ve siyasal İslâm uzmanı olarak tarif edilen Dr. Beşir Nâfi, Orta Doğu’daki gelişmeleri değerlendirirken dikkat çekici tesbitlerde bulunmuş.
Dr. Beşir Nâfi “İslâm âlimleri ve dinî kurumların meşrûiyeti ve güvenilirliği üzerindeki etkisi” ile ilgili bir soruyu cevaplandırırken şöyle demiş: “Bu çok önemli bir soru çünkü bahsettiğiniz yazıda bu önemli gelişmenin çok mühim bir sonucu üzerinde detaylı bir şekilde durulmamıştı: İslâmî âlimlere ait kurumların tamamen modern devletin gücüne itaat eder hâle gelmesi.
“Hepimiz biliyoruz ki Müslüman toplumlar, son iki asırda ulema sınıfının aşama aşama etkisini yitirmesine şahit oldu. Ancak İslâm inancı ve insanların İslâma duyduğu aidiyet yok olmadı. Bu sebeple, ulemaya ait kurumlar, modern devlet için hayatî bir ihtiyaç hâline geldi. Bu kurumlar, devlete meşrûiyet sağladı ve devlet ile halk arasındaki ilişkilerin normalleşmesine katkıda bulundu. Fakat ulemaya ait kurumlar, 20. yüzyılın başlarında korumayı başardığı bağımsızlığını kaybedip yönetici elitin bir enstrümanına dönüşünce, âlimler de ellerinde kalan nüfuzlarını ve saygınlıklarını yitirmeye başladılar. Ulema kurumlarının etkisini kaybetmesinden arta kalan ve gitgide büyüyen boşluk ise ya rasyonel, demokratik, ana akım İslâmî kuvvetlerce doldurulacak ya da DAEŞ gibilerce… Bununla beraber, uzun vâdede olması gereken çözüm, ulemaya ait kurumların devletten tamamen bağımsızlaştırılmasıdır. Türkiye bu bakımdan iyi bir model teşkil etmektedir.”
Son yılların tartışılan kavramı “Siyasal İslâm”a dair soruları da cevaplandıran Dr. Nâfi, bu konuda da şu değerlendirmeyi yapmış: “Öncelikle şunu anlamamız gerekiyor: “Siyasal İslâm bir grup dahi insanın icadı değil, bir komplo ve kurgu da değil. Siyasal İslâm, Müslüman toplumların 19. yüzyılda ve 20. yüzyılın başlarında yaşadıkları büyük tarihî gelişmeler ile ortaya çıkmış tarihî bir fenomen. Bu gelişmeler arasında modernleşmenin ayrıştırıcı etkisi, Müslümanlar arası konsensüslerin çözülmesi, Şark bölgesinin parçalanması ve Batı’nın hegemonyası var. Günümüzde Müslümanlar için hâlâ geçerli olan en büyük sorulardan biri, İslâmın kamusal alandaki rolü. Böylelikle, Siyasal İslâmın varlığı, son iki asırda ortaya çıkan sosyo-politik ve kültürel deneyimlerin etkilerine bir yanıt bulmak için Müslümanlarca verilen mücadeleyle yakından ilişkili.” (Konuşan: Deniz Baran, Karar g., 24 Temmuz 2017)
Ulemanın etkisini kaybettiği tesbiti inkâr edilebilir mi? Doğan boşluğu İslâma gölge olan anlayışların doldurduğu da bir gerçek. Çözümün ve çarenin ‘ulema’nın ‘devlet’ten bağımsız olması da isabetli bir tesbit değil mi? Olması gereken ‘umera’nın ‘ulema’ kapısında olması değil mi?
Dr. Beşir Nâfi’nin günümüz Müslümanlarının önemli dertlerinden birini de “İslâmın kamusal alandaki rolü” olduğunu söylemesi de dikkate değer.