Suriye’de yaşananlar hakkında ne kadar söz söylense yine de az.
Müslüman bir ülke göz göre göre ‘kurt’lar yem edildi ve ediliyor. Oysa, hadiseler başladığında ne kadar çok sevinenler vardı? Üç hafta, bilemediniz 3 ayda komşumuz Suriye gül ve gülistana dönecekti. Türkiye’yi idare edenler de, “Bölgemizde, Ortadoğu’da bizden habersiz kuş uçmaz, kervan yürümez” diye övünecekti.
Keşke Suriye bu hallere düşmeseydi de, Türkiye’yi idare edenler övünseydi! Maalesef, evdeki hesaplar çarşıya uymadı ve Suriye bölünmenin eşiğine geldi.
Türkiye’yi idare edenlerin, Suriye’deki ‘iç savaş’ı doğru okuyamadıklarına şahit olduk. Daha ilk gün, Suriye idarecilerine karşı içerideki muhalif parti lideri gibi davranıldı. Nihayetinde Suriye başka bir ülke ve dışarıdan konuşmanın etkisi de sınırlı. Diplomatik yolların sonuna kadar denenmesi gerekirken, tersi yapıldı. “Öfke baldan tatlıdır” kaidesi dikkate alınmadı ve meydanlardaki alkışa uyuldu. Neticede, komşumuz Suriye ile var olan bütün köprüler atıldı.
Gele gele savaş ihtimali konuşulur oldu. Gerçi dünya şartları böyle bir adımın atılmasına imkân vermez gibi görünüyor, ama bu ihtimalin konuşulur hale gelmiş olması dahi yanlıştır. İç politikada “Bir Türk dünyaya bedeldir” anlayışı belli ölçüde prim yapsa da, dış politikada hamasete yer olmamalı. Çok defa hatırlatıldığı üzere, savaşları başlatmak kolay, sona erdirmek zordur. Böyle bir durum, ülkemiz için hem maddî hem de manevî anlamda büyük kayıplara sebep olur.
Dikkate alınır mı bilemiyoruz, ama bazı sivil toplum kuruluşları Türkiye’yi idare edenleri ikaz için “Savaşa hayır, kalıcı barışa evet” anlamında açıklamalar yapmış. Muş Sivil Toplum Platformu, Türkiye’nin Suriye’ye yönelik yetkililerin ‘dış müdahale, askerî operasyon’ söylemlerinden uzak durmaya dâvet etmiş.
Platform adına yapılan açıklamada şöyle denilmiş: “Barış ikliminin hakim olması gereken rahmet ve mağfiret ayını dikkate almaksızın yapılan soykırım, vahşet ve katliâmları nefretle kınıyoruz. Ehli vicdan olan bütün insanlığa sesleniyoruz: Başta Suriye olmak üzere Irak, Filistin ve bütün Ortadoğu’da her tarafı kan gölüne çeviren bu zulme karşı sessiz, duyarsız ve kayıtsız kalmayın. Bağdat’tan Kobani’ye, Musul’dan Kerkük’e, Halep’ten Bahreyn’e, Trablus’tan Sana’ya kadar her taraf şiddet, vahşet ve katliâm sarmalında. Her geçen gün daha büyük bir mülteci kitlesi yollara düşüyor. Türkiye zaman zaman yanlış tarafta saf tutabilmektedir. Zalimin dini, dili ve milliyetine bakılmaksızın karşısında yer almanın insanî olmakla birlikte Allah’ın emri olduğunu unutmamalıyız. Yetkilileri, Türkiye’yi bataklığa çekecek ‘dış müdahale, askerî operasyon’ gibi söylemlerden ve politikalardan uzak durmaya çağırıyoruz. Kalıcı barışın hakim kılınması için bütün insanlığı şartlar ne olursa olsun zalimlerin karşısında, mazlûmların yanında yer almaya dâvet ediyoruz.” (Cihan bülteni, 5 Temmuz 2015)
İçerideki ‘süreç’ler gibi, dışarıda da çetin süreçler var. Temennimiz ve duâmız, ülkemizin tuzak ve bataklıklara düşmemesi. Bunun için bin düşünüp bir adım atmak icap ettiğini her halde hatırlatmaya dahi gerek yoktur.