Anlaşılan, Avrupa Birliği’nde yaşayan yaklaşık 450 milyon nüfusu temsil eden ve temel görevi topluluk politikaları belirlemek olan Avrupa Parlamentosu, uzun bir süre Türkiye gündemiyle meşgul olacak.
Çünkü Avrupa Parlamentosu (AP) Haziran ayında Türkiye raporunu görüşüp oylayacak ve bu belge Temmuz 2017’de AP Genel Kuruluna gelecekmiş.
Avrupa Parlamentosu Dışişleri Komisyonu’nda görüşme süreci devam eden belge için farklı gruplardan tam 397 değişiklik önergesi verildiği ifade ediliyor ki Avrupa Birliği yöneticilerinin yaz dönemini Türkiye tartışmalarıyla geçirecekleri söylenebilir.
Yapılan yorumlarda değişiklik önergelerinin çokluğu, Türkiye konusunda Avrupalı parlamenterler ve siyasi gruplar arasında görüş ayrılıklarının olduğuna delil sayılmış. Verilen önergelerde, daha önceki belgelerde olduğu gibi, bazı parlamenterlerin “A” dediğine diğer parlamenterlerin “Z” dediği hatırlatılmış. Yani, birinin “A” dediğine diğer “B” değil, çok farklı yorumları akla getirir şekilde “Z” diyormuş.
Değişiklik önergelerinde en fazla tartışmanın yaşandığı konulardan biri Türkiye ile ilişkilerin geleceği ve müzakere sürecinin geleceği olmuş. Bazı parlamenterler üyelik sürecinin bir kenara bırakılarak yeni bir ortaklık oluşturulmasından yana tavır koyarken, farklı önergelerde Türkiye’nin demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları alanlarında ‘Kopenhag Kriterleri’ni karşılamadığından hareketle katılım müzakerelerini resmen bitirme çağrısı yapılıyormuş.
Avrupa Birliği ile Türkiye ilişkileri her zaman tartışmalı oldu. Bu yolculuk her ne kadar “devlet politikası” olarak ilân edilse de zaman zaman “Kopenhag Kriterleri olmasa da olur. Bize ‘Ankara Kriterleri’ yeter” denildi. Hatta “Onlar bize muhtaç. AB üyeliği olmasa da olur. Biz de [Çin Halk Cumhuriyeti, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan’ın 1996 yılında oluşturdukları yapılanma olan] Şanghay Beşlisi’ne katılırız”“ anlamında görüşler beyan edildi.
Önümüzdeki aylarda yoğunlaşması beklenen bu tartışma bir yönüyle de “Birinci Avrupa” ile “İkinci Avrupa”nın kendi içinde mücadele ettiğine delildir. Tekrar hatırlatmak gerekirse “Birinci Avrupa” Avrupa’daki ve beki de dünyadaki “iyi”leri temsil eder. “İkinci Avrupa” ise “kötü”lerin temsilcisidir.
[Risale-i Nur’da yer alan bu tarifler şöyle özetlenebilir: “Birinci Avrupa”: İsevînin din-i hakikîsinden ve İslâmiyetten aldığı feyiz ile hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye nâfi san’atları ve adâlet ve hakkaniyete hizmet eden fünûnları takip eden Avrupa. “İkinci Avrupa” ise: Felsefe-i tabiiyenin zulmetiyle, medeniyetin seyyiatını mehasin zannederek beşeri sefâhate ve dalâlete sevk eden bozulmuş kısım.” (Mesnevî-i Nuriye, s. 241)]
İdarecilerimiz Avrupa’da devam eden “bilek güreşi”ni bu şekilde yorumlamak durumundadırlar. Yoksa ‘pire’lere kızıp yorgan yakmaya kalkmak Türkiye’nin menfaatine olmaz. Bir gün dahi boşa geçirmeden Avrupa’daki ve dolayısı ile dünyadaki ‘iyi’lerle işbirliği yapmak durumundayız. Bu yolda adım atılırsa “İkinci Avrupa”nın Türkiye’yi mağlup etmesi mümkün olmaz.
Milletin ve memleketin menfaatini düşünenler tartışmayı bu noktaya çekmek durumunda. Yol varsa budur, bilmiyoruz başka çıkar yol.