Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ilişki ve irtibatı tam teşhis etmek kolay değil.
Bir yönüyle bakıldığında “Türkiye AB’ye üye olmaz, olamaz, kabul etmezler” diyebilirsiniz. Bir başka gün ve bir başka yönüyle bakıldığında da “Üyelik çok yakında. Bu bayram mı desek, bir sonraki bayram mı?” kanaatı hasıl olur.
AB ile Türkiye arasındaki bu inişli ve çıkışlı ilişkinin kabahati de, yine iki yakayı ilgilendiriyor. Hem AB’de hem de ülkemizde Türkiye’nin AB’ye üye olmasını istemeyenler olduğu gibi, “Türkiye bir an önce üye olsun. Bundan hem AB’nin hem de Türkiye’nin menfaati var” diyenler de dikkat çekiyor. Hadiseye bu pencereden bakılınca, “İki Avrupa” ve “İki Türkiye” olduğu anlaşılır.
Türkiye’yi idare edenler, Avrupa Birliği üyeliği yolunda emin adımlar atmaktan ekseriyetle uzak durdular. Hele son yıllarda AB’ye üyelik hedefi tamamen unutuldu. Çok sık tekrarlandığı üzere, “Kopenhag Kriterleri olmazsa, Ankara Kriterleri olur” denildi. Elbette “Ankara Kriterleri” olur, ama Türkiye’nin hali ne olur?
Eski Cumhurbaşkanlarından Abdullah Gül, Alman ‘Süddeutsche Zeitung’ gazetesine yaptığı açıklamada, Türkiye’nin AB sürecinin durumu ile ilgili olarak, “İki tarafın da eksiklikleri vardı. Beni en çok üzen AB’nin Türkiye’yi stratejik bir kazanç, merkezi bir ortak olarak görmemesidir. Bunun büyük bir hata olduğunu düşünüyorum. AB küresel bir aktör olmak istiyorsa tam da Türkiye gibi bir ülkeye ihtiyacı var” demiş.
Türkiye’nin AB üyeliğinin çok önemli olduğunu da hatırlatan Gül, “Ülkemdeki bütün partilerin de aynı fikirde olduklarını düşünüyorum. Türkiye’nin üyeliği AB için de önemli. Müslüman bir üyeye sahip bir AB dünyada da büyük yankı bulacaktır. Bu nedenle uzun vadeli ve stratejik düşünmek gerekir. Bu hem Ankara hem de AB için geçerli. (...) Üyelik müzakerelerine başladığımızda Arap-İslâm dünyasında büyük bir coşku ve büyük bir destek vardı” şeklinde konuşmuş. (AA, 9 Temmuz 2015)
Böyle ‘güzel konuşma’lar duyduğumuz her defasında söylediğimiz gibi, tekrarlayalım: Keşke bu sözler icra imkânı bulsaydı!
Müslüman bir ülkenin Avrupa Birliği’ne üye olması hem Türkiye, hem AB, hem de dünyanın menfaatineydi. Üyelik gerçekleşmiş olsa AB’nin “Hıristiyan kulübü” olmadığı görülebilirdi. Bu durum, aynı zamanda Türkiye’nin ekonomik ve siyasî anlamda ‘zengin’ olmasını netice verirdi ki, diğer Müslüman ülkelere güzel örnek olmuş olurdu.
Elbette bu güzellikleri isteyemen “Asya münafıkları ve Avrupa’nın dessas zalimleri” çoktur ve bu noktada onlar kabahatlidir. Fakat Türkiye’yi idare edenlerin kabahatlerini de görmek durumundayız. İç politikada hükmeden kavgacı dil, benzer şekilde dış politikada da istimal edildi. Hatta, AB’yi tehdit eden ekonomik kriz günlerinde “Bakın, bize muhtaç oldular. AB dağılıyor. İyi ki üye olmamışız” havası yayıldı. Bütün bunlar hataydı ve bedelini de ededik, ödüyoruz.
Türkiye’nin AB’ye üye olması bu memlekette yaşayanların ortak menfaatidir. “Zarar gelme ihtimali var” diyerek bu yolu tıkamaya çalışanlar ülkeye ve millete tuzak kurmuş oluyorlar. Hep beraber, millet aleyhine kurulan tuzakları bozalım...