Dertlerimizden biri de içinde bulunduğumuz durumu tam olarak teşhis edememiş olmamızdır.
Okula adım atan çocuklarımızı ömür boyu zehirleyecek anlayışlar nefsin hoşuna gidecek sloganlar olarak zerk ediliyor. Her gün “Bir Türk dünyaya bedeldir” sloganını duyan bir çocuk, bir genç Türkiye ve dünya gerçeklerinden fersah fersah uzaklaşmaz mı?
Osmanlı-Türk düşünce tarihi, din-modernleşme ve din-siyaset ilişkileri üzerindeki araştırmaları ile tanınan Prof. Dr. İsmail Kara, bir röportajında ‘içinde bulunduğumuz durumu’ şöylece özetlemiş: “Tanımadığınız, bilmediğiniz, kuşatamadığınız yer sizin için kayıptır. Bu yeni bir hadise değil, ama bugün de devam ediyor. Biraz ümit kırıcı gözükebilecek örnekler de veriyorum, ama maksadım moral bozmak değil, ümit kırmak hiç değil, meselenin ciddiyetini anlatmak, ümidin nerede olduğunu göstermektir. Meselâ ülkemizde büyük bir Filistin yahut İsrail mütehassısı yoktur, Vehhabîlik mütehassısı yoktur, Türkî Cumhuriyetlerdeki tarikatlar mütehassısı yoktur, Yemen yoktur, Suriye yoktur, İran yoktur… Fransa’da, İngiltere’de, ABD’de, Almanya’da var, ama. Biz de ‘gönül coğrafyamız’ edebiyatıyla idare ediyoruz. Ben diyorum ki ‘gönül coğrafyamız’ hissiyat düzeyinde mühim bir şey ve tahkim edilmesi lâzım. Peki ya sonrası? Bunun bilgi, ilim, felsefe düzeyleri nerede? Dışişleri Bakanlığı, üniversite, fikir çevreleri sadece edebiyatla idare edebilir mi ve bu idare olur mu?” (Konuşan: Erkut Tezerdi, Karar g., 31 Temmuz 2017)
Sahip olmadığımız meziyetlerin sıralandığı bu tesbite itiraz edecek olan çıkar mı? Sabah akşam haklı olarak Filistin’den bahsederken ‘Filistin mutehassısı’mız yoksa, İsrail uzmanımız yoksa, tarikatları bilen ve araştıran ehil uzmanlar yoksa, Yemen’i bilen, İran’ı tanıyan, hele hele kapı komşumuz Suriye’de neler olduğuna doğru teşhis koyan uzmanlarımız, mütehassıslarımız yoksa geriye ne kalıyor ki?
Hele sadece ‘gönül coğrafyalarımız’ diyerek işleri yürütmek istiyorsak maksada ulaşma imkânı olur mu? Düşünün ki bir ülkeye büyükelçi tayin ediliyor ve o kişi, gittiği, çalışacağı ülkenin dilini bilmiyor. Onlarca defa yaşanan bu hadiseden sadece bir örnek bile yaşanmış olsa Türkiye için ayıp olarak yetmez mi? Fransa’da, İngiltere’de, ABD’de, Almanya’da olabilen bu uzmanlar ülkemizde niçin olmasın? Bahsedilen uzmanları yetiştirmek uzaya insan göndermek kadar zor mudur?
Elbette ümitsizliği kapımıza yanaştırmayalım, ama gerçekleri de görelim. Görelim ki daha iyi olmak için gereğini yapalım. Yoksa hayal dünyasında gezerek, ‘dünyaya bedeliz’ demekle bu hedeflere ulaşılamaz.
Kayıp olan bu iyi hasletleri nasıl bulacağımız yönündeki bir soruya da Prof. Dr. Kara şu cevabı vermiş: “Hep söylüyoruz, Türkiye kendini çabuk sağaltabilecek bir ülkedir aynı zamanda. İnsan unsuru, tarihi, bugünkü potansiyeli buna imkân verir. Ama neyi, nasıl öne çıkaracağımız, nerelere yoğunlaşacağımız çok önemli. Kafa patlatacak, ter dökecek, dirsek çürütecek insanlara ihtiyacımız var. Edebiyatı yapan her zaman bol miktarda bulunur.”
Edebiyatçılar alınmasın, ama mutlak surette bir öncelik, aciliyet sırası yapmalı ve bu uzun listenin başına eğitim, hak, hukuk ve adaleti yerleştirmeliyiz. Bunlara sahip olduğumuz takdirde her meselede ‘uzman’larımız da olur inşallah.