Maalesef yine büyük bir terör eylemiyle sarsıldık. Pazar akşamı (13 Mart 2016) Ankara’nın merkezinde patlayan bomba dehşetli bir acıya sebep oldu.
35’dan fazla ölü, 100’den fazla yaralı var. Bu ve benzeri terör eylemleri ve destekçileri her türlü cezayı ve kınamayı hak ediyor. Duamız bu hadiselerin tekrarlanmaması için: Ya Rab! Milletimizi ve memleketimizi ateşe atmaya niyetlenenlere imkân ve fırsat verme. Amin.
Terörü kınamanın yanında, sebeplerini iyi tahlil etmek ve tedbir almak da gerekiyor. Kınamayı yapıp, tedbir almayı erteleyerek terör mağlup edilebilir mi? Terör tohumlarının yıllar önce ekildiğini unutmamak lazım. Hamaseti bir yana bırakıp, 70 yıl önce hazırlanan bir raporu hatırlamak faydalı olabilir.
Dönemin Maliye Müfettişi Burhan Ulutan’ın 1947’de hazırladığı “Cenup-Şark Raporu” bu. 1947’de Van’a ve Hakkâri’ye gidilip yazılmış bir rapor. Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Hüseyin Yayman’ın “Türkiye’nin Kürt Sorunu Hafızası” adlı kitapta yer alan raporun bir kısmını okuyalım:
“Yarın acı bir ihtimalle karşılaşmak istemiyorsak birkaç bin kişilik jandarma ve ordu mevcudiyeti ile buraya hâkim olunamayacağını, yani halkla anlaşmak ve onları bağrımıza basmak ve aramıza karıştırmak mecburiyetinde bulunduğumuzu hatırlarımızdan çıkarmamalıyız. (...) Türkiye henüz doğunun sahibi değildir. İyi idare, halka benliğini iade ve halkla kaynaşma devleti bu toprakların sahibi yapacaktır. Gerek köylü ve gerek ağaların Irak ve İran ile yakın alaka ve akrabalıkları vardır. Bu itibarla aradaki hudutlar göreceli ve yapaydır. (...) Halen bölge halkı, devlet teşkilatına inanmamaktadır. (...) Halk devletten iyi idare, güler yüz ve yardımdan başka bir şey beklememektedir. (...) Hiçbir devlet, halk kitleleri üzerinden birkaç bin kişilik jandarma ve ordu mevcuduyla sonsuza kadar hâkim olamaz. Bu nedenle yerli halkla anlaşmak gerekir.
Doğuda muhatap kim olursa olsun, şiddet siyasetine artık son verilmelidir. Adalet, iyi idare, köylüyü kalkındırmak ve devlete bağlamak yegâne hedef olmalıdır. Hakikatleri açıkça görmek ve ifade etmek en önemli vazifemiz. (...) Şiddet siyasetine artık son verilmesi kati bir zarurettir. (...) Mahkemesiz, hâkimsiz, yolsuz, mektepsiz, doktorsuz, hastanesiz, baytarsız, ziraat teknisyensiz, bilgisiz (...) bir idare nasıl olur da halkın kalbini kazanabilir?” (Aktaran: Muharrem Sarıkaya, Habertürk, 10 Mart 2016)
Türkiye’nin yılları yutan kanlı terörün tohumlarının çok eski yıllarda atıldığı bu rapordan da anlaşılıyor. Elbette konu hakkında yazılan ilk ve son rapor bu değil. Bütün rapor ve araştırmalar, terör konusunda isabetli kararlar alınmadığını gösteriyor. Problem büyük ölçüde belli olduğu halde, maalesef adım atmamakta ısrar edilmiştir. “Şiddet siyasetine artık son verilmelidir. Adalet, iyi idare, köylüyü kalkındırmak ve devlete bağlamak yegâne hedef olmalıdır. Hakikatleri açıkça görmek ve ifade etmek en önemli vazifemiz” tesbitleri bugün de aynen geçerli değil mi?
Uzun yıllar milletvekilliği yapan tecrübeli siyasetçi Kinyas Kartal da yıllar önce, “Sev onu, okşa onu” anlamında ifadeler kullanarak, halka şiddetle değil, şefkatle yaklaşmak gerektiğini hatırlatmamış mıydı?
Terörü, ‘yeni terör tohumları atarak’ önlemek mümkün değil. Lütfen, terör ateşine körükle yaklaşılmasın...