Üstad Bediüzzaman’ın talebe ve hizmetkârlarından merhum Mustafa Sungur Ağabeyin bir ses kaydında, günümüze de ışık tutan bir iki kısa hatırasını dinleyince, sizinle de paylaşmak arzu ettik. Bu hatıralarda hem Üstad Bediüzzaman’ın cesareti, hem de hakkaniyet ve adalet vurgusu dikkat çekici.
Merhum Mustafa Sungur Ağabey, “Üstadım şöyle bir hatıra buyurdu” diyerek hatırayı anlatıyor: “(Üstad Bediüzzaman, bir defasında demiş ki:) Kardeşlerim! Kat’i haber alsam ki Londra’da İngiliz, Fransız, Ruslar toplanmışlar, karar alıyorlar ki ‘Ya biz ne yaptık, ne ettik bir türlü Said’i mesleğinden döndüremedik. Onu mağlûp edemedik. O bize galebe çaldı. Ne yapıp yapıp bunun vücudunu ortadan kaldırmak lâzım.’ Ve benim de burada olduğumu–Üstad da Isparta’da-haber almışlar ve oradan uçakları çıkardılar. (Farz edin ki) Londra’dan uçaklar çıktı ki, şimdi geliyorlar benim olduğum yeri bombalamaya.“ Birden bacaklarını attı. Dedi; “Kaçmayacağım. ‘Zübeyir bana bir kahve yap’ deyip onları burada bekleyeceğim.” Aynen böyle buyurmuştu yani. Tabiî bizim Üstadın mesleğinde (menfî hareket) yok. Ve la teziru vaziratun vizra uhra. Meselâ “Kardeş kardeşin hatasını sormaz” diyor. Bunu çok iyi yazdı Üstad, Menderes zamanında. Hep bunları gönderdiler yani. Buna da ‘adalet-i mahza’ deniliyor malûm. Mutlak adalet. Yani bir masumun hakkı haktır. Onun hakkı hiçbir şekilde çiğnenmez. Meselâ on cani, bir tane masum olsa bir gemide, o gemi batırılmaz. Ta ki o masumu çıkartıncaya kadar. Bu adalet-i mahza, mutlak adaletmiş yani. Meselâ bir yerden, evden birisi birisini öldürdü karşıdan. O ev halkı, komşuları seviniyorlar onun öldürüldüğüne. Yani akrabaları öldürdü onu. Böyle olsa yine (öldürenin akrabaları) onlar hiçbir cihetle mesul edilmezler. Ama rıza-i küfür küfür, zulme rıza zulümdür. Ahirette mesul olurlar. İşte bunları yazıyor. Dünyada mesul olması için fiilî bir iştirakleri lâzım. O cinayete fiilen bir iştirak varsa başka. Eğer yoksa, taraftarlıkla dünyada mesul olmaz. Ahirette mesul oluyor. ‘Asayiş, yeryüzündeki düzen bununla muhafaza edilir’ diyor. Bunların bir kısmı Tarihçe-i Hayat’ta var, Emirdağ Lâhikası’nda da var. Nerede sen, bir falan falan var diye bir memleketi vurmak. Bunlar tabiî ki zulümdür yani. Bunlar Üstadın buyurduğu gibi gadab-ı İlâhî’nin celbine vesiledir.
“Hani ‘Son Şahitler’de var, Nurs Köyü’nden, Ermenilerle (savaş) başlamış. Ermeniler de tabiî Ruslar hesabına Müslümanları biçiyorlar. O Nurs civarındaki Üstadın akrabaları ve dostları beraber gidiyorlar Ermenilere doğru, Rus harbinde o zaman. Üstadın yanındakilerden birisi oradan bir Ermeni’nin ‘öküz’ünü vuruyor, bu Ermeni öküzüdür diye. Üstad bunu görünce ‘Ben gitmiyorum harbe! Bu öküzün diyor, ne zararı var yani. Ne cürmü var, ne kabahati var?’ Üstada çok yalvarıyorlar, hadi gidelim öyle. Sonra Ermenilerden bir kurşun geliyor, o öküzü vuran adamın alnına, o kişi ölüyor. Birden Üstad ‘Yürüyün!’ diyor, tamam. Çünkü böyle haksızlıklar, zulüm olduğu zaman Müslümana yaramıyor bu yani. Onun için bu, ince bir sırdır. (...) Adalet-i mahza böyle yani. Öyle olmuş kardeşler. Üstad da hep Adnan Menderes’e bunları yazdı yani. Ve la teziru vaziraten vizra uhra. Çok temel (bir kaide) kardeşim.”
Mustafa Sungur Ağabeyin anlattığı bu hatıra çok ibret verici değil mi? “On cani, bir tane masum olsa bir binada, bir gemide; o gemi batırılmaz” ve “Birisinin hatasıyla başkası mesul olamaz” prensibi hayat bulsa haksızlık ve adaletsizlikler yaşanır mıydı?
Bu vesile ile ebedî âleme göçmüş bütün ehl-i imana binler rahmet diliyoruz.