Nasıl isimlendirmek gerektiği hususunda tartışma olsa da, ülkemizde suç işleme nisbetlerinin her geçen yıl arttığı istatistiklere yansıyan bir hadise. Cezaevlerinin kapasitesinin dolu olması, ara sıra çıkan ‘af’lara rağmen bu yoğunluğun devamı da buna delil.
Ankara Sheraton Otel’de düzenlenen Türk Hukuk Sisteminde Aile Çocuk Kadın Çalıştayı’nda bu meseleler tartışılmış. Toplantıya, konunun uzmanlarına ilâveten, önemli idarî görevlerde bulunan isimler de katılmış.
Çalıştayın danışman hocası Prof. Dr. Feridun Yenisey, yaptığı konuşmada, asıl işin; suçun işlenmesini önlemek olduğuna dikkat çekmiş ki, bunun bilinmesi ve bu yönde adımlar atılması çok önemli bir ayrıntıdır. Çalıştayın en büyük neticesinin, suç işlenmesinin önlenmesi olması gerektiğini hatırlatan Prof. Dr. Yenisey, sadece kadın ve çocuğa yönelik suçlarda değil, bütün suçlar bakımından bunun geçerli olduğunu ifade etmiş. İlgili kurumlar arasında daha iyi bir koordinasyon sağlanması gerektiğine işaret eden Prof. Dr. Yenisey, şu tesbitleri de yapmış: “Çok elim olaylar yaşıyoruz, her olaydan sonra cezaların ağırlaştırılması gündeme geliyor. Acaba cezalar ağırlaştırılarak suçlar önlenebilir mi? Bunun cevabını, daha derslerinin ilk saatlerinde, yankesiciliğin en çok giyotinle kafasının kesildiği yıllarda olduğunu söyleyerek Sulhi Dönmezer vermişti. En ağır cezalar suçu önlemez. Fakat suçu önleyecek olan şey, uygulanan cezadır, tatbik edilen cezadır. Suçun işlenmeden evvel önlenmesi için tedbirlerin alınması gerekir. Kadına ve çocuğa yönelik suçların önlenebilmesi için öncelikle toplumsal bilincin geliştirilmesi gerektiğini hep beraber biliyoruz ve söylüyoruz. Bu eşitliğin sağlanması ve toplumsal bilincin oluşturulması, uzak tehlikelerin önlenebilmesi için altyapı oluşturur. (...) Kadın öldürüldükten sonra hayatı geri getirmek mümkün değil.” (AA, 13 Nisan 2016)
Avukat Kezban Hatemi de kanun ve yönetmeliklerin suçları önlemede tek başına yeterli olmayacağı anlamına gelen tesbitler yaptıktan sonra, şöyle demiş: “Her sene yapılan çalıştay doğrultusunda bir araya gelip, kendi elimizdeki kâğıtları okuyarak bir yere varamayız. Toplumsal gerçekler çok farklı. Toplum içinde basına magazin malzemesi vermek yerine, gerçek sorunun üzerinde durmalıyız. Kadının her şeyden evvel cinsel meta olarak sergilenmesini önlemeliyiz.”
Peki, kadını her şeyden evvel cinsel meta olarak sergileyen kimler? Bu ‘sergi’cilere karşı gerekli hukukî tedbirler alınıyor mu? Başka vesilelerle ifade etmeye çalışıldığı üzere, müstehcen yayın yapan gazete ve televizyonların büyük çoğunluğu, Türkiye’yi idare edenlerden destek almıyor mu? Türkiye’yi idare eden siyasetçiler, “Bunlar bize destek oluyor. Her gün manşetlerinde biz varız. O halde müstehcen yayın yapmalarını görmezden gelelim” tavrı takınmış olmuyor mu? Bir defa olsun müstehcen yayın yapan gazete ve televizyonlara “Bu yaptığınız ayıp. Bu kötü yayınlarınıza son verin” dediklerini duyduk mu? Geçmiş tarihlerde bazı gazete isimleri miting meydanlarında ilân edilerek “Bu gazeteleri almayın, bizim aleyhimizde yayın yapıyorlar” dememişler miydi? Şimdi kendileri aleyhinde değilse bile, millet, memleket, gençlik ve aile aleyhinde yapılan yayınlar karşısında niçin sessiz kalınıyor?
Fazla söze gerek yok: Suçların işlenmemesi için ön adımlar atılmalı. Mutlaka cezalar da ağır olacak, ama tek başına ağır ceza çare değil.
Kendimizi kandırmaktan vazgeçer, gerçekleri görür ve suç önleyici ‘kalp ve vicdan yasakçısı’ için düzenlemeler yapılırsa suçlar azalır, vesselâm.