Paris’de yayınlanan bir derginin merkezine yapılan saldırı ve karikatüristlerin öldürülmesi, Avrupa’da var olan “İslâmdan korku”yu gündeme taşıdı.
Bununla birlikte, bu korkunun yersiz olduğu ve terörün İslâm dini ile birlikte anılmasına sebep olanların İslâma büyük bir kötülük yaptığı da ortaya çıktı.
Doğrudan doğruya ‘terör iyidir’ diyen hiç kimse yok. Söz ile terör lânetlenirken, maalesef bazı icraatlarla teröre zemin hazırlanıyor. Haksızlık, adaletsizlik, zulüm, keyfilik, hak gasbının yaygınlaşması; sonu terörle biten hadiseleri tetikliyor. Dünya barışını temin iddiasıyla ortaya çıkan uluslar arası kuruluşların da bu dertlere çare olduğu söylenemez. Zengin ülkeler, zenginliği sadece kendileri için isteyince ortaya böyle manzaralar çıkıyor. Oysa, dünyanın sahip olduğu zenginlik adaletle paylaşılmış olsa, dünyanın bir yanı israf içinde yüzerken diğer yanı açlık dolayısıyla ölümü tatmamış olsa terör bu kadar zemin bulabilir miydi?
Tabiî ki terör sebebiyle ölümler sadece Avrupa’da, Paris’te ya da Amerika’da olmuyor. Çok daha fazlası başta İslâm dünyasında olmak üzere başka ülkelerde de yaşanıyor. Üstelik, Avrupa ya da Amerika’da bir yıldaki ölümler; İslâm dünyasındaki bazı ülkelerde bir günde yaşanıyor. Suriye, Afganistan ya da Pakistan’daki ölümler de terör sebebiyle değil mi? Komşumuz Suriye bilerek ve kasten bir iç savaşa sürüklendi. Suriye’de bazen bir günde 50 ya da 90 kişi öldüğü halde maalesef haber dahi olmuyor. Çok feci bir durumla karşı karşıyayız.
Bazıları Avrupa’daki ölümler üzerine dünyanın bir araya geldiğini ve ‘terörü lânet yürüyüşü’ yaptığına dikkat çekerek, benzer yürüyüşlerin İslâm ülkelerindeki ölümler sonrası niçin yapılmadığını soruyor. Haklı bir soru, ancak buradaki kabahat sadece Avrupa ülkelerinin yöneticileri ile sınırlı değil. Diyelim ki Avrupa ülkeleri; İslâm dünyasındaki cinayetlerle, katliâmlarla ilgilenmedi. Peki, Avrupa’dan bağımsız olarak İslâm dünyasının yöneticileri devam eden cinayetlere son vermek için bir araya geldi mi?
Bunları ifade etmekle birlikte, İslâm dünyasındaki yöneticilerin yönettikleri milletlerden ayrı ve uzak olduğunun da farkındayız. “Asya münafıkları ve Avrupa’nın dessas zalimleri”nin çeşitli plan ve tuzaklarla İslâm dünyasını bu hallere düşürdüklerini biliyoruz. Buna rağmen, Avrupa ve başka ülkeleri suçlayarak bir yere varmamızın mümkün olmadığını da görüyoruz. O halde, “Avrupa’da ölenler için bir araya gelen dünya, aynı şeyi niçin İslâm dünyasındaki cinayetlerden sonra ortaya koymuyor” demek yetmez. Bunu yapabilmek için ilk adımı İslâm dünyası atmalıdır. “Medenilere galebe çalmak ikna ile” olduğuna göre, her adımda bu metoda müracaat etmemiz icap eder. İslâm ülkelerinin bir araya geldiği kuruluşlar niçin bu meseleler karşısında sessiz kalır? Akan bunca kan, uyanmak için yetmiyor mu? Başka ülkeleri suçlamak kulağımıza hoş gelebilir, ama problemi çözmeye yetmiyor. İslâm dünyası da kendi evinin önünü süpürmeli, terörü lânetleyen tepki mitingleri yapmalı. Bu yaygınlaşırsa, muhtemeldir ki diğer dünya ülkelerinin yöneticileri de bu yürüyüşlere katılabilir.
Şaka gibi geliyor, ama yanı başımızdaki komşu İslâm ülkelerinde her gün onlarca, bazen de yüzlerce insan haksız yere katlediliyor. Devam eden iç savaşların neredeyse tamamının İslâm ülkelerinin başında olması tesadüf müdür? Bu yaranın tedavi edilmesi mutlak surette birinci gündem maddesi olmalıdır. Paris’teki saldırı sonrası bir araya gelen ülke yöneticileri, İslâm dünyasında açtıkları yaraların kendilerini de etkilediğini görmeli. Elbette bunu göstermek ve dünya liderlerini ikna etmek de İslâm dünyasının yöneticilerinin üzerindeki bir vazifedir.
“Kimden kime olursa olsun terör ve katliâma hayır” anlayışı yerleşirse, terörün kökü kazınabilir...