Dünyadaki işlerin hamasetle yürümediğini her halde en iyi idareciler bilir. Nasıl ki sular tersine akamaz, aynı şekilde hamasetle, abartılı anlatım ve boş övünmelerle yanlışlar doğru, kötüler iyi olmaz.
Hamaset, “Dinleyenleri etkilemek veya heyecanlandırmak amacıyla yapılan abartılı anlatım” olarak tarif edilmiş. Bir hastalığı tedavi etmek için ‘kortizon’ kullanmayı da ‘hamaset’ olarak tarif etmek mümkün. Kortizon, ölçülü bir ilâç olarak kullanılmazsa tedavisi zor yeni hastalıklara sebep olabilir. Hamaset de böyledir. İlk bakışta faydalı gibi de görünse içten içe insanlara zarar verir, hasta eder.
Avrupa Birliği ile aramızdaki tartışmalar Avrupa Parlamentosunun aldığı karar sonrası her geçen gün biraz daha alevleniyor. Tartışmalarda dikkat çeken bir nokta var: Yakın zamana kadar Türkiye’nin AB üyesi olmasını isteyen, bu gayretleri savunan çok sayıda gazeteci ve yazar bir anda “AB üyeliğine hayır” noktasına savrulmuş.
Elbette herkes gibi gazetecilerin de AB’ye üyelik konusunda müsbet ya da menfi düşünme hakkı vardır. Kimi üyeliğe evet der, kim hayır der. İtirazların dayandırıldığı haklı tesbitler de olabilir. Dikkat çeken nokta, dün söylenen sözlerin bugün inkâr edilmesidir. Meselâ, on yıl önce Türkiye’nin AB’ye üye olmasını hararetle destekleyen, bu hususta yazılar yazan bir kişinin; bugün tam tersini savunması ne ile izah edilebelir? Dünkü ‘evet’in gerekçesi neydi ki bugün ‘hayır’ deniliyor? AB’nin on yıl önce söylenip de bugün reddettiği bir düzenleme, bir karar var mı?
Sivil toplum kuruluşları ve akademisyenlerin siyasî pozisyonlara göre tavır alması ne ölçüde doğrudur? Eğer AB üyeliği Türkiye’nin menfaatine değilse dün niçin desteklendi? Üyelik milletin menfaatine ise bugünkü siyasî irade “AB’ye hayır” diyor diye sırf bu sebeple dünkü sözlerden geri adım atmak iyi midir? Aksine; siyasetçileri doğru kararlarında destekleyip yanlış kararlarında ikaz ve itiraz etmek gerekmez mi? 10 ya da 20 yıl boyunca AB üyeliğini faydalı bulup desteklemek, ama son bir haftada siyasî rüzgârlardan etkilenerek itiraz etmek tamamen duygusal hareket anlamına gelmez mi?
Siyasetçilerin sarfettikleri bazı sözler var ki, amiyane tabirle kavgada da söylenmesi uygun görülmez. Uygun sözlerle dile getirilen bir itiraz çok daha faydalı olmaz mı? Yunus Emre ne güzel anlatmış: “Söz ola kese savaşı, söz ola bitire başı/ Söz ola ağılı aşı, bal ile yağ ede bir söz.”
Türkiye’yi idare edenlere danışmanlık yaptığı ifade edilen bazı gazeciler öyle şeyler yazıyor ve söylüyor ki şaşmamak mümkün değil. Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimsek (@memetsimsek) dolaylı da olsa böyle ‘danışman’lara sosyal medya hesabında cevap verip şöyle yazmış: “AB çökmüyor! Tam aksine büyük bir başarı hikâyesi. Yaklaşık 510 milyon insan huzur ve refah içinde yaşıyor... Milyonlarca insanın öldüğü, şehirlerin yakılıp yıkıldığı 1. & 2. Dünya savaşlarından sonra Avrupa’da barış ve refahın sağlanması başarıdır. Sadece durum tesbiti içeren ifadelerim AB’nin ülkemize karşı tutumunu, yaklaşımını ve icraatlarını tasvip ettiğim anlamına asla gelmez!”
Ülkemize ve milletimize, savaşı kestiren sözlere sahip idareciler lâzım vesselâm.