Yaşanan hadiseler kim olursa olsun, siyasete umut bağlayanları hayal kırıklığına uğratıyor. Önceliğin siyasette değil, insanları ıslah etmekte olduğu ve olması gerektiği belki bininci defa görülüyor.
Siyaset imtihanı çetin imtihanlardan biridir. Samimî duâ ve Yaradana sığınmaktan başka bu tehlikeleri aşmak kolay olmaz.
Üstad Bediüzzaman Hazretleri, bu hususta da kulaklara küpe olacak şekilde başta talebeleri olmak üzere bütün insanları şöylece ikaz etmiştir: “Çünkü gaflet verecek ve dünyaya boğduracak ve hakikî vazife-i insaniyeti ve ahireti unutturacak olan en geniş daire ise siyaset dairesidir. Hususan böyle umumî ve mücadele suretindeki hadiseler, kalbi de boğuyor. Güneş gibi bir iman lâzım ki, herşeyde, her vaziyette, herbir harekette kader-i İlâhî ve kudret-i Rabbaniyenin izini, eserini görsün, ta o zulm-ü zulmette kalb boğulmasın, iman sönmesin; akıl, tabiat ve tesadüfe saplanmasın. (...) Hatta bu ehemmiyetli sırdandır ki, din düsturlarının bir hadimi olmak cihetinde güneş gibi imanlar taşıyan bir kısım Sahabeler ve onlara benzeyen mücahidinden, Selef-i Salihinden başka, siyasetçi, ekserce tam müttaki dindar olamaz. Tam ve hakikî dindar, müttaki olanlar, siyasetçi olmazlar. Yani, maksad-ı aslî siyasetini yapanlarda din, ikinci derecede kalır, tebei hükmüne geçer. Hakikî dindar ise, ‘Bütün kâinatın en büyük gayesi ubudiyet-i insaniyedir’ diye, siyasete, aşk-ı merak ile değil, ikinci üçüncü mertebede onu dine ve hakikate alet etmeye -eğer mümkünse- çalışabilir. Yoksa, baki elmasları kırılacak adi şişelere alet yapar.” (Emirdağ Lâhikası, Sayfa 52)
Bilhassa ülkemiz, “Siyasetçi, ekserce tam müttaki dindar olamaz. Tam ve hakikî dindar, müttaki olanlar, siyasetçi olmazlar” tesbitini yaşıyor, ama ne hikmetse ibret alınmıyor. Siyasetçilerden ‘tam müttaki dindar’ olmasını bekleyip onlara gereğinden fazla önem atfedenler, siyasetçinin ‘siyaset yaptığını’ görünce de “Ah başım, vah başıma gelenler” demek durumunda kalıyor.
Bu umumî bir tesbit. Türkiye’nin yakın tarihi mütedeyyin insanların bu husustaki ‘yanılmaları’ ile dolu. Aktüel olması bakımından İsrail ile yapılan anlaşma sonrası yaşananlar da bize bunu hatırlattı. Büyük bir kitlenin hayalkırıklığı yaşadığı, ummadıkları ve beklemedikleri hadiselerle karşılaştıkları görülüyor. Maalesef çirkin siyaset bu. Düşünün ki bir siyasetçiden “İttihad-ı İslâm”ı sağlamasını bekleyenler onun hemen her gün Müslümanlara zulmeden İsrail ile anlaşma imzalamasına şahitlik ediyor. Neticede hayaller yıkılıyor, gerçekler gün yüzüne çıkıyor.
Burada yanlış olan siyasetçiye olması gerekenden bin defa daha fazla önem atfetmek, ona toz kondurmamak, vaktinde ve zamanında yanlışını görmemek, görmek istememektir. Siyasetçiye siyaset yaptı diye kızmak bir anlam ifade etmez. Yanlış olan en baştaki ilk adımdır, iliklenen ilk düğmedir.
Bütün bu tablonun sebebi adaletsizliğin marifet gibi savunulmuş olmasıdır. Hak, hukuk, adalet ve şeffaflığın olmadığı yerde, siyasetçiler kırıp dökmeye devam eder. Bir noktadan sonra taraftarlarının minarelere kılıf dikmesi bile imkânsız olur. Kanaatimizce bu aralar öyle günleri yaşıyoruz.