Türkiye’deki sivil toplumun fotoğrafını çeken ‘Sivil Toplum İzleme Raporu 2013-2014’e göre ‘sivil alan’ her geçen gün biraz daha daralıyor. Oysa olması gereken sivil alanın genişlemesi, rahatlaması ve etkili olmasıdır.
Türkiye Üçüncü Sektör Vakfı (TÜSEV) tarafından hazırlanan rapora göre sivil topluma ilgi artarken, örgütlenme, toplanma ve ifade özgürlüğünün kullanımı ile sivil topluma aktarılan kaynakların yetersizliği gibi meseleler sivil alanın gelişmesinin önünde engel teşkil ediyor.
“Sivil Toplum İzleme Raporu”nda kanunî ve malî şartlar, kamu-STK ilişkileri, sivil topluma aktarılan kaynaklar gibi konular incelenmiş. 2013-2014 yılları arasındaki toplumsal hareketlerin de değerlendirildiği raporda, sivil toplum kuruluşlarının ve insan hakları savunucularının üzerindeki baskıların sürdüğü ve sivil alanın giderek daraldığı tesbit edilmiş.
TÜSEV Genel Sekreteri Tevfik Başak Ersen, 2013-2014 yılları arasındaki dönemde yaşanan gelişmeleri mercek altına alan Sivil Toplum İzleme Raporu’nun sivil alana katkı sağlamasını beklediklerini belirterek, “Küresel gelişmeler ve toplumsal sorunlar gelecek yıllarda da Türkiye’nin ve sivil toplumun gündemini şekillendirmeye devam edecek. Sivil toplum aktörleri önümüzdeki dönemde başta çevre ve iklim değişikliği, göç dalgaları ve mültecilerin durumu, sosyal ve ekonomik eşitsizliklerin azaltılması ve hak mücadeleleri gibi konulardaki çalışmalarını sürdürecekler. Son yıllarda yaşadığımız gelişmeler, sosyal değişime katkı sağlayabilmek adına sivil toplumun aktif katılımının her zamankinden önemli hale geldiğini göstermiştir” demiş.
Ülkemizde gerçek anlamda bir ‘sivil toplum’ olup olmadığı tartışılan konular arasındadır. “Gelen ağam, giden paşam” anlayışında olan kuruluşlara ‘sivil toplum kuruluşları’ denilebilir mi? Elbette ‘sivil toplum kuruluşu’ olmanın hakkını verenler vardır. Ancak bunların sayısı az. Pek çok kuruluş, kendisini STK olarak tarif etse de, yaptıkları bunu desteklemiyor. İktidar imkânlarından istifade etmek için bir araya gelenlerin STK olarak görülmesi mümkün değil.
Sivil toplum kuruluşlarının etkili olmamasının bir sebebi de, askerî müdahale ve darbelerdir. Gerek 27 Mayıs 1960 ve gerekse 12 Eylül 1980 darbeleri en başta siyaset alanını daraltmıştır. Siyaset ve siyasetçilerin kınandığı, tahkir edildiği bir sistemde sivil toplum kuruluşları gelişip etkili olabilir mi?
Sivil toplum kuruluşlarının hesap sorabilir şekilde gelişmesi için önce sivil siyasetin önünün açılması, darbe tehdidinin sona ermesi ve gerçek anlamda bir sivil anayasaya ihtiyaç vardır. Bunlar yapılmadan sivil toplum kuruluşlarının gelişmesi ve sivil alanın genişlemesini beklemek hayal olur.
Konu ile ilgili raporlarda, STK’ların maddî kaynaklarının yetersizliği problemlerin başında sıralanmış, ama asıl yetersizlik insan kaynakları olsa gerek. Sivil toplum adına çalışmak en başta fedakârlık gerektirir. Sadece maddî imkânlarla ‘sivil alan’ın genişleyeceğini ummak Türkiye ve dünya gerçeklerine uymaz. Fedakârlık da ancak ruhlara hitap eden bir eğitimle mümkün. Bunları temin etmeden sivil alanın genişlemesini beklemeyelim.