Ülkemizdeki ahlâkî zaafın bir sebebi de, yıllar boyu inançlarla alay eden sinema filmleri olmuştur.
İnternet vasıtalarının manevî değerler üzerinde bugün verdiği zararları, dün sinema filmleri veriyordu. Yıllar değişti, ama manevî değerler üzerindeki aşınma değişmedi. Dünkü sebep filmlerdi, bugün ‘sanal âlem’ diye isimlendirilen internet dünyası...
Ensar Vakfı ve ABD’deki Nebraska Omaha Üniversitesi’nin işbirliğiyle İstanbul’da düzenlenen “Uluslararası Sinema ve Din Sempozyumu”nda bu mesele konuşulmuş.
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Yard. Doç. Bilal Yorulmaz sempozyumdaki konuşmasında, Türkiye’deki sinema ve din ilişkisine dair 2000’li yıllara kadar çok az çalışma yapıldığını ifade edip şöyle demiş: “Bununla ilgili ilahiyat fakültelerinin sinemaya, iletişim fakültelerin ise dini konulara ilgisiz kalışlarının etkili olduğunu söyleyebiliriz.” (aa, 21 Mayıs 2015)
Evet, sinema dünyasının dini ve İslâmı doğru bilmemesi; buna ilâve olarak ilahiyat camiasının da sinema dünyasına uzak olması tedavisi zor bir yaranın açılmasına sebep olmuş. Elbette bu derin yaranın ortaya çıkmış olması, sadece sinemacılar ve ilahiyatçıların birbirini tanımaması ile izah edilemez. “Uluslar arası ifsat şebekeleri”nin bu husustaki plan ve programları olması da ihtimaller arasındadır. Bununla birlikte, birbirine uzak ve yabancı duran sinema ve ilahiyatçıların tanışması kurulan tuzağın bozulmasına sebep olur ve kısmen de olmuştur.
Sinema ve benzeri vasıtalarla mütedeyyin insanların kötülendiği, aşağılandığı ve hakir görüldüğü tartışma götürmez. Filmlerde kötü karakterli rollerin büyük bir çoğunlukla imam hatip ya da hacı olması acaba tesadüf müdür? ‘İyi’ rol alanların da ekseriyetle ‘aydın, devlet memuru’ olması da aynı şekilde gizli ya da açık bir projenin neticesidir.
Bunun bilinmesi ile birlikte, güzel örneklerin de ortaya konulmasına ihtiyaç vardır. Son yıllarda bu anlayış değişmiş ve gelişmiş, artık sayıca az olsa da Türkiye ve dünya gerçeklerine uygun filmler hazırlanmaya başlanmıştır. Bu gayretlerin mutlaka geliştirilmesi ve desteklenmesi lâzım. Yılların birikimi olan kötü imaj mesajlar, ancak iyi örnekler ortaya konularak cevaplandırılabilir.
İş dönüp dolaşıp eğitime, işin ehli olan insanları yetiştirmeye dayanır. Bazıları bu meseleye sadece para gözüyle bakıp, “Önce parayı temin edelim, sonra güzel ve alternatif filmler, diziler yaparız” diye düşünür. Bu meselenin para meselesi olmayıp; kaliteli, eğitimli, Türkiye’yi ve dünyayı tanıyan insanlar yetiştişmek meselesi olduğu bugün çok daha iyi anlaşılmış olması lâzım.
Mütedeyyin camia, geçmiş yıllara nisbetle belki de on kat para buldu, maddî imkânlara sahip oldu. Peki, aynı ölçüde kaliteli filmler, diziler ve benzeri çalışmalara imza atılabildi mi? Bu soruya gönül huzuruyla ‘evet’ cevabı verebilen var mı?
Sinemayı da dine dost kılmak için insanların gönlüne ve kalbine hitap edebilen eğitime ağırlık vermek lâzım...