Terörü ne kadar tel’in etsek, ne kadar kınasak yine de az.
Günahsız insanları katletmek, birine kızıp bir başkasını silâhla taramak, bomba atmak, tuzak kurmak, mayın döşemek; velhasıl her türlü ‘terör eylemi’ne bin nefret, bin kınama, bin tekid, bin bedduâ gönderelim ve gönderiyoruz.
Şunu da biliyoruz ki terör; sadece bedduâyla, kınamayla, eleştirmeyle sona ermez. Günün şartlarına uygun vasıtalar kullanılmalı ve teröristler devre dışı bırakılmalı. Daha da önemlisi, ‘terör ve terörist yetiştiren şartlar’ı ortadan kaldırmak lâzım. Herkes için hak, herkes için adalet, herkes için hürriyet zemini tesis ve temin edilirse terör hadiseleri de büyük ölçüde sona erer. Bu sebeple, bugünü ve bir günü değil; yıllar sonrayı bugünden düşünüp kararlı adımları atmak lâzım. Nasıl ki terör hadiseleri bir günde bu noktaya gelmedi, terörü sona erdirmek de ‘bir gün’ ile sınırlı görülmemeli. Uzun dönemi düşünüp, doğru adımları atmak lâzım. ‘Sinek’lerle mücadeleden çok önce, ‘bataklıklar’ı kurutmak ve hatta ‘bataklık’ların dahi oluşmasına imkân vermemek gerek. “Bu çok uzun bir yol, biz kısa yoldan gider, sinekleri imha ederiz” diyenler sadece terörün tırmanmasına, ‘sinek’lerin bataklıklarda çoğalmasına sebep ve vesile olur, unutulmasın.
Nereden estiği tam bilinmeyen bir rüzgâr, ülkemizi arzu etmediğimiz bir zemine sürükledi. Neredeyse gün aşırı şehit cenazelerine şahit olunuyor. Bu cenazelerde ortaya çıkan tablo, başta Türkiye’yi idare edenler olmak üzere hepimizin dikkatini çekmeli. Hayır, maksadımız şehit yakınlarının tenkitlerini, eleştirilerini hatırlatmak değil. Elbette o tepkiler de duyulmalı, ama asıl şehit yakınlarının evlerinden ve kıyafetlerinden çıkan mesajlara bakılmalı.
Türkiye’de her gün binlerce ‘cenaze namazı’ kılınır. Şehit yakınlarının evlerinin sıvasız ve anne babalarının ‘fakir’ denilebilecek seviyede olması sadece bir tesadüf müdür? Bu cenazeler vesilesiyle şahit olduğumuz tablo, Türkiye’nin alması gereken çok uzun yol ve yollar olduğunu göstermiyor mu? Maalesef, Anadolu’da analar hem maddî, hem de manevî olarak ağlıyor.
Meselâ, Nusaybin’de çapraz ateş neticesinde vefat eden polis memurunun anne-babasının hali... Muhtemelen o anne ve baba, mevcut hallerinden, maddî sıkıntılardan şikâyetçi değildir. Sorulsa bin şükreder. Biz de onlara bin teşekkür etmeliyiz, fakat aynı zamanda o ve onlar gibi binlerin, belki de milyonların maddî sıkıntılarını def edecek çareler de bulmalıyız.
Görenleri sarsması icap eden bir tablo da, Diyarbakır-Silvan’da medyaya yansıdı. İlçeyi terk etmek zorunda kalan bir anne, oğlunun ittiği/sürdüğü bir ‘inşaat el arabası’na binmiş vaziyette fotoğraflanmıştı. Yaşlı ve hasta olduğu ifade edilen “Zümrüt Teyze”nin bu hali, hepimize bir şeyler anlatıyor olsa gerek. Türkiye bu görüntülere, bu tablolara lâyık mıdır? Bir insan, canını kurtarmak için bile uygun bir vasıta bulamıyorsa, “dünyaya nizamat verme” iddiasına kim inanır?
Konuşmaları, nutukları, övünmeleri erteleyelim ve içinde bulunduğumuz ciddî sıkıntıların farkına varalım. Bu tablolar, bu görüntüler Türkiye’nin hayrına değil. Tabiî bunun için medyaya kızmak da çare değil. Çare, bu tabloyu düzeltmek... El birliği ile, iş birliği ile...