Dünyanın en çok alıntı yapılan 10 ekonomistinden biri olan Daron Acemoğlu, dikkate alınması icap eden tesbitlerde bulunmuş.
ABD’deki Massachusetts Institute of Technology’de (MIT) iktisat profesörü olan Acemoğlu, 2012’de, Harvard Üniversitesi’nden James A. Robinson ile ortak kaleme aldığı ‘Ulusların Düşüşü’ adlı kitabıyla çok ses getirmiş ve ismi Nobel Ödülü alabilecek adaylar arasında geçiyor.
Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki ilişkileri değerlendiren Prof. Dr. Acemoğlu, “İlişkilerimiz düzgün bir iletişim yerine yaygara koptuğu için bozuluyor. Ben baştan beri bu kısasa kısas yaklaşımını sağlıksız buluyorum. Biz Avrupa’yla onların kapı bekçisi olarak değil, temel demokratik ve insan hakları değerlerinde anlaştığımız için ilişki içinde olmalıyız” demiş.
Acemoğlu, “Şanghay Beşlisi”ne üyelik konusundaki bir soru üzerine de şöyle demiş: “Çok kötü okuyorum. Türkiye’nin Batı’yla ilişkisi hiçbir zaman sorunsuz değildi. Bir adım geri, bir adım ileri gidiyordu. Avrupa’yla yakınlaştığımız dönemler hep iyi netice verdi. 2000’lerin başındaki AB süreci, demokrasimizi hiç olmadığı kadar güçlendirdi. Askerin etkisini ortadan kaldırdık, insan haklarını tanımaya başladık. Yargı kurumları devletten ayrıştı, Kürtlerin dillerini kullanmasına izin verildi. Sadece siyaset sanmayın... Enflasyon kontrol edilir hale geldi, bütçe düzeldi. (...) Ekonomi, holdinglerin yerine daha geniş bir tabanın üzerine yayıldı. Anadolu Kaplanları ortaya çıktı.
Eşitsizlik azaldı. Eğitimde, sağlıkta müthiş patlama oldu. Şimdi durum tam tersi.”
“Sonra neden bozuldu işler?” sorusunun cevabı da şöyle olmuş: “AKP 2002’de iktidara geldiğinde zayıftı. Kendini AB sürecine bağladı. Bu süreç doğru yönde gitmesini sağladı. İkinci kez iktidar olduğunda ise ülkedeki diğer sağ partiler tamamen yok oldu. Güçlenince Avrupa’dan uzaklaşmaya başladı. (...) Avrupa’dan tamamen koptuk. (...) Bunlar ekonomiye hemen yansıdı: Yüksek kaliteli büyümeden düşük kaliteli büyümeye geçtik. Şu anda büyüme yüzde 6 değil, yüzde 3. Verimlilik büyümesi negatif. İşsizlik yüzde 11. Büyüme tüketimden geliyor, tüketim de krediyle dönüyor. Devam ettirilebilir değil. Çok az vaktimiz kaldı. Bina daha çökmedi, ama çökebilir, kriz olabilir.”
“Şu anda iç politikaya bağlı olarak dış politika yapıyoruz. Bu sağlıklı değil” diyen ekonomist Acemoğlu, “Basın özgürlüğünün ekonomiyle bağı var mıdır?” sorusunu da şöyle cevaplandırmış: “Tabiî. Direkt, hemen o sene olabilecek bir şey değil, ama uzun süreli gelişme için şeffaflık, açıklık, kapsayıcılık, rekabetçilik şarttır. Basın özgürlüğü olmayan yerlerde bunu sağlamak çok zor. O zaman tekelleşme, yargının bozulması, diktatörlüğün ortaya çıkma olasılığı artıyor. Sivil toplum da çok aktif değil. (...) Bugün barış olsa ekonomiye büyük katkısı olurdu. Vatandaşların bir bölümü güvende değilse, sesinin duyulduğunu hissetmiyorsa, politik sürece pozitif değil negatif olarak katılmak zorundaysa, bu o ülkenin kaynaklarını doğru kullanmadığı anlamına gelir. Gerçek demokrasi olmasını zorlaştırır.”
“Devletin işi zengin yaratmak değil, kuralları koymak, fırsat eşitliği sağlamak” diyen Acemoğlu, “Türkiye’ye demokrasi geldi, ama liberalizm gelmedi. Her şeyi devletten bekliyoruz, çünkü devlet bizi öyle alıştırdı” da demiş. (Konuşan: Çınar Oskay, Hürriyet, 26 Kasım 2016)
AB ile ya da komşu ülkelerle düzgün bir iletişim yerine ‘yaygara koptuğu için’ ilişkilerin bozulduğuna dikkat çekilen tesbit haksız mı? AB ile hak, hukuk, adalet temelinde yürütülen çalışmaların Türkiye’ye fayda sağladığı inkâr edilebilir mi?
Peki, “iç politikaya bağlı olarak dış politika yapma”nın Türkiye’ye fayda sağlayacağını kim söyleyebilir? Ya da şimdiye kadar uygulanan bu politika kime ne fayda verdi? Çok tartışılan bir konu da özgürlüklerin, hür zemin ve zamanın ekonomi ile ne ilgisi olduğudur. Yanlış bir kanaat olarak “Özgürlük, hak, hukuk, hürriyetler karın doyurmaz” denilir. Maalesef 80 yıllık yanlış eğitim sistemi insanlara bunu dikte eder. Tam aksine. Hürriyetlerin olmadığı yerde ‘ot’ dahi bitmez! Bu bakımdan Prof. Dr. Acemoğlu’nun bu konudaki soruyu “Tabiî. Direkt (ilgisi var anlamında)” şeklinde cevaplandırması önemlidir.
Her gün ‘manşet’ yapılsa yeridir: Uzun süreli gelişme için şeffaflık, açıklık, kapsayıcılık, rekabetçilik şarttır. Böyle bir imkân da ancak hür ve adil zeminlerde ortaya çıkar.