Devlet imkânlarının israf edilmeden yerli yerinde kullanılması herkesin arzusudur ya da öyle olmalıdır. Hiç kimse “Türkiye’yi idare edenler, milletin parasını istediği gibi harcar. Kimsenin itiraz etme hakkı yoktur. Ne de olsa onlar seçildi, onlar vekil” diyemez.
Çünkü şeffaflık ve hesap sorma/hesap verme; adaletli idarenin olmazsa olmazlarıdır.
Türkiye’nin gündeminde bir ‘saray’ tartışması var. Bu meseleye, “Zenginin varlığı, fukaranın çenesini yorar” şeklinde bakmak yanıltıcıdır. Belki neticesi itibarıyla fukaraların çenesi yoruluyor, ama bu mesele idarecilerin başını ağrıtmaya devam edecek gibi görülüyor.
Kişi ve partilerden bağımsız olarak herkesin israfa karşı çıkması icap eder. Peki, yapılan ‘saray’ israf mıdır? Türkiye gerçekleri göz önüne alındığında büyük ekseriyet, yapılanın israf olduğu kanaatinde. Sarayın kaç odalı olduğu belki çok önemli değil, ama iki yakası bir araya gelmeyen, ‘dede’lerinin ayağında yırtık kara lastik olan bir ülkede bu kadar şaşaa, bu kadar debdebe, bu kadar gösteriş olmaz.
Bu noktada zamanlama hatası da var. Böyle bir saray, böyle bir yapı, böyle bir merkez yapılacak olsa bile bu gün için ihtiyaç değil. Herkes elini kalbinin üstüne koysun ve cevap versin: Böyle bir yapı, Türkiye’nin genel ihtiyaç sıralamasında kaçıncı sırada yer alır? Kanaatimizce hiç yer almamalı, ama alsa bile en alt sıralarda ancak kendisine yer bulur.
Sarayı, yapıyı, binayı savunanlara bakıyoruz ve şaşmıyoruz. Evet, şaşmıyoruz; çünkü yolsuzluk ve usûlsüzlüklerin bile cesaretle savunulabildiği bir ülkede, sarayı, israfı, binayı savunanların olması normaldir. Ancak bunu yapanları bile kalpleri, vicdanları bu yapılana itiraz ediyor diye düşünüyoruz.
Saray ya da bina savunulurken deniliyor ki, “Bu saray şu anda orada oturan kişinin değil, devletin, milletindir.” Teknik olarak doğru olsa bile bu yanlışı doğru hale getirmez. Devlet ya da Türkiye’yi idare edenler başka bir ‘israf’ yaptığında da o şey, yapana ait olmuyor ki! Yapılan israf, yapana ait değil diye itiraz edilmesin mi? Meselâ, Türkiye’yi idare edenler en lüks araçlara biniyor. Sorulduğunda, “Bu araç, bu lüks araba benim değil ki!” dese bir anlamı olur mu? Bu savunma, apaçık olan israfı, israf olmaktan çıkarır mı?
Savunmalardan biri de, dünyanın başka ülkelerinde de böyle saraylar olduğu yönünde... El insaf, vel iz’an! 300 milyonluk Amerika’daki başkanlık ‘saray’ı bile bu kadar büyük değil. “Amerika ne ki, biz ondan daha büyüğüz. Bir Türk dünyaya bedeldir!” diye düşünüyorsanız, o başka... Hele hele bu ‘saray’ı savunurken Türkmenistan’dan misal verilmesi büyük çelişki. Nasip oldu biz de Türkmenistan’a gittik ve Aşkabat’daki yüzlerce ‘saray’ gibi binaları gördük. Gördük, ama hiç kusura bakmasın görenlerin hiçbiri Türkmenistan yöneticilerini hayırla yad etmedi! Hürriyet ve adaletin olmadığı bir ülkedeki yapılan ‘saray’lar nasıl olur da “Büyük Türkiye” için örnek olabilir? Türkiye’yi idare edenler, Türkmenistan yerine daha uygun örnek ülke bulamadı mı? Bu derece akıl tutulması olabilir mi?
İstanbul dendiğinde akla Dolmabahçe ya da Topkapı Sarayı geliyormuş. İyi de, Topkapı Sarayı ‘büyük’lüğüyle akla gelmiyor ki! Orada ikamet edenler ya da şu an için orada muhafaza edilen ‘mukaddes emanet’ler dolayısıyla Topkapı Sarayı meşhur...
Nasıl ki geçen aylarda iktidarın her yanlışını savunanlar artık inceden inceye tenkitlere başladılar; yakın bir zamanda bu saray işi de eleştirilmeye başlanacak. Bu savunmalar savunma değil, bizden hatırlatması...