Komşumuz Suriye’deki savaş ateşinin sönmesini ve bitmesini beklerken, alevlerin adeta göklere yükseltilmeye çalışıldığına şahit oluyoruz.
“Sulh-u umumî/Dünya barışı” asıl olması gerekirken, koşar adım savaşa girmek isteyenler var.
Resmî açıklamalara göre sınırlarımızı ihlâl eden bir Rus uçağı düşürüldü. En başta ifade edelim ki, herhangi bir ülkenin sınırlarını ihlâl etmek kabul edilemez. Hele hele, savaşın yaşandığı bir bölgede meydana gelen ihlâl çok daha risklidir. Suriye’deki savaş esnasında daha önce de Türkiye’ye ait bir uçak düşürülmüş, düşürenlere hesap sorulmadı diye eleştirilmişti.
Ülkemiz, muhtemelen hesapta olmayan bir krizle karşı karşıyadır. Teknik olarak haklı da olunsa, bu hadisenin farklı siyasî uzantıları olabilir. Suriye’deki kriz patlak verdikten sonra her fırsatta Türkiye’yi bu bataklığa sürüklemek isteyenler oldu. Türkiye’nin menfaati, Suriye’de kalıcı barışın temin edilmesidir. Her zaman ifade edildiği üzeri, böyle kriz bölgelerine girmek kolay, çıkmak zordur. Afganistan ve Irak bu konuda dikkate alınması gereken yerlerdir. Neredeyse çeyrek asır oldu, Amerika’da Afganistan’da ‘barış’ı sağlayamadı. Aynı şekilde, kısa bir süre içinde demokrasiyi getirmek/götürmek iddiasıyla girdiği Irak’ta büyük faturalar ödedi. Ülkenin ne hale geldiğini hepimiz görüyoruz.
Şimdi benzer bir tehlike Suriye için geçerlidir. Allah muhafaza etsin; bugünden gerekli tedbirler alınmazsa Suriye de dünün Afganistan ve Irak’ı haline gelebilir. Suriye’nin içine sürüklendiği durum elbette kötüdür, ama daha da kötü olma ihtimali vardır. Türkiye, Suriye’nin daha kötü duruma düşmemesi için elinden geleni yapması icap eder. Diplomasinin bütün yollarını deneyip, fiilî müdahaleden uzak durmalıdır.
Rusya’nın uçağının düşürülmesinden sonra yeni bir safha açılmış görünüyor. Bu safhada da yine diplomasi yolunu tercih etmek akıllı seçim olur. Yaşanan hadise bütün yönleriyle masaya yatırılmalı ve sınırı ihlâl eden Rusya’nın yanlış yaptığı kendilerine de anlatılmalıdır.
En büyük hata, “Bir Türk dünyaya bedeldir” anlayışıyla; yangına körükle/benzinle müdahale etmeye çalışan tavırlardır. “Sulh-u umumî/Dünya barışı”nın öncelikli olduğunu unutmamalıyız. Savaşta kazananlar dahi kaybetmiş olur. Bu bakımdan savaşı değil, barışı esas alıp problemleri konuşarak, diplomasi dilini kullanarak çözmek icap eder.
Risale-i Nur eserlerinde her fırsatta “sulh-u umumî” tavsiye edilmiştir. Bediüzzaman Hazretleri “hakikatbîn” olarak tarif ettiği Hâfız-ı Şirazî’den [Ondördüncü yüzyılda yaşamış İran’lı şair. Farsçanın en büyük şairlerinden biri olduğu kabul edilir] şu sözü nakleder: “İki cihanın rahat ve selâmetini iki harf tefsir eder, kazandırır: Dostlarına karşı mürüvvetkârane muaşeret ve düşmanlarına sulhkârane muamele etmektir.” (Mektubat, s. 258)
Savaş tamtamlarının çaldığı dönemde, ‘sulh-u umumî’ye dâvet edenler dinlenir mi bilmiyoruz, ama bu çağrıların devam etmesi lâzım. Çünkü, “Hakikat ve maslahat sulhtur.” (Sözler, s. 132)
Savaşa değil, barışa koşalım.