Aksaray ilinde pazarcılık yapan bir teyzenin ‘bylock kullandığı’ iddiasıyla gözaltına alınması ve sonrasında ‘suçsuz bulunduğu için’ salıverilmesi Türkiye’nin gündemini meşgul etti.
Neredeyse canlı yayınlanan gözaltına alma hadisesine değişik kesimlerden tepkiler ve itirazlar geldi.
En üst seviyede yapılan açıklamalara göre pazarda sebze satan teyzenin oğlu zaten tutukluymuş ve sebze satan teyzenin adına kayıtlı olan telefonu da gelini kullanıyormuş. Konu ile ilgili olan bürokratlar gazetecileri kabahatli görüp, teyzenin gözaltına alınırken çekim yapmalarına itiraz ediyorlar. Konu ile ilgili olarak soruşturmanın başlatıldığı ve benzer yanlışların olmayacağı da ifade ediliyor.
Hemen şunu ifade edelim ki sistemdeki yanlışlık bir değil bindir. Pazarda sebze satan teyzenin gözaltına alınması “Olur böyle şeyler” diye geçiştirilmemeli. Aynı şekilde benzer yanlışlara da itiraz edilmesi icap eder. Aksi halde yanlışların düzelmesini beklemeyelim. Bir kişiyi en ağır ithamlar ile gözaltına almak ve sonra ‘Kusura bakmayın, hata oldu’ demek çare değil. Ayrıntılarını bilmemekle beraber sebze satan teyze hadisesinde önce teyzenin evine gidiliyor. Evdeki kızı ya da gelini “O pazarda sebze satıyor” cevabını verince emniyet kuvvetleri pazara yöneliyor ve teyzeyi tezgâhının başındayken emniyete dâvet ediyorlar. Teyze, şaşkın bir vaziyette “Bir yanlışlık olmasın” dese de derdini anlatamıyor ve emniyete götürülüyor. Bu ve benzeri yanlışlıklar ilk defa olmadığı için daha itinalı ve daha tedbirli olmak icap etmez mi? “Acaba bu telefonu kim kullanıyor?” sorusu en başta sorulup araştırılması icap etmez mi?
Dikkat çeken başka yanlışlar da oluyor. Meselâ bir öğretim üyesi Kanun Hükmünde Kararname ile çalıştığı üniversiteden ihraç ediliyor. İhraç edilen kişi, yeniden üniversite imtihanına giriyor ve aynı üniversitenin başka bir bölümünü kazanıyor. Kayıt yaptırmak için okula gittiğinde ummadığı bir cevapla karşılaşıyor.
“Ön lisans ve lisans eğitim öğretim yönetmeliği”ni değiştiren üniversite, yönetmeliğe “Üniversiteye kayıt hakkı kazanan adayların yükseköğretim kurumundan çıkarma cezası almamış veya herhangi bir nedenle kamu görevinden çıkarılmamış olması gerekir” ifadesini eklemiş.
Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile ihraç edildiği üniversiteye, “öğrenci” olarak geri dönme hakkı kazanan kişiye bunu yapmak hak, hukuk ve adaletle izah edilebilir mi? Böyle bir uygulama peşin ceza anlamına gelmez mi? Cezaevinde mahkûm olarak bulunanlar dahi eğitimlerini bir şekilde devam edebilirken KHK ile ihraç edilen birinin ‘öğrenci’ olmasını engelemek ciddî hata değil mi? Ki, KHK ile yapılan işlemlerin yargıdan dönme ihtimali de vardır. Hayat hakkı tanımama anlamına gelen işler yapmak yanlış değil mi?
“Pazarda gözaltına alınan sebzeci teyze” hadisesine itiraz edildiği ölçüde bu ve benzeri hadiselere de itiraz edilmesi icap etmez mi? Pazarcı teyze hadisesi yanlış da, KHK ile işinden atılan birinin öğrenci olarak okula kabul edilmemesi yanlış değil mi? Benzer şekilde KHK ile işten atılan kişilerin diğer sosyal haklarını da elden almak savunulabiir mi? Böyle yapılarak sadece o kişiler değil, aileleri de mağdur olmuyor mu? İşten atıldığı için sosyal güvencesi iptal olan bir kişinin eşi de aynı şekilde mağdur oluyor.
Kim yaparsa yapsın, yanlışlara itiraz etmek lâzım. “Bana dokunmayan yılan bir yaşasın” tavrı doğru bir tavır değildir. Yanlış yapan ve yanlışta ısrar eden her kim olursa olsun neticede kader adalet eder. Kaderin sillesinden korunmak için adaletle adım atmaktan başka çare yok. Birilerinin yaptığı yanlışlar, başka birilerinin yaptığı yanlışlarla temizlenebilir mi?