Türkiye Büyük Millet Meclisinin görüştüğü “İç Güvenlik Paketi/Kanunu” ile ilgili tartışmalar bitecek gibi görünmüyor.
İktidar, ne pahasına olursa olsun kanunu çıkartmak niyetinde. Muhalefet de engellemeye çalışıyor. TBMM’deki milletveki sayısı ortada olduğuna göre iktidar dediğini yapar, öyle görünüyor.
Sayıca üstünlüğe bakılınca, bu kanunun çıkacağını söylemek kehanet olmaz. Peki, doğru mudur, başarı mıdır? Kanaatimizce iktidar, yanlışta ısrar ediyor. Çünkü pek çok konuda iktidarı destekleyenler bu hususta yanlış yapıldığını ifade ediyorlar. İktidarın en büyük hatası, kabul ettirmek istediği kanundaki bazı ‘iyi’ maddeleri öne sürüp, tehlikeli maddeleri görmemesi...
Sanki bu kanun, sadece molotof/bomba atan ve yüzünü kapayarak eylem yapanları cezalandırmak için çıkarılıyor. Bu maddelerin yanında çok ciddî ve tehlikeli maddeler var gündemde. Niçin bu itirazları dikkate almamakta ısrar ediyor?
Bakınız, AKP’nin kurucusu ve onların oylarıyla cumhurbaşkanlığı yapan Abdullah Gül bile şöyle demiş: “Arkadaşlarımın bunu bir kez daha gözden geçirmelerini açıkçası tavsiye ederim. Bazı düzeltmelerin yapılması gerektiğine inanıyorum ben. Soğukkanlılıkla bakmak lâzım. Güvenlikçi konuların konjonktürel olmaması lâzım. Özellikle polise verilen aşırı yetkiler, yakın dönemde polisin yetkilerini özellikle dinlemeyle ilgili nasıl istismar ettiğinin örnekleri ortaya çıkarken şimdi bu konularda daha dikkatli olmak gerekir.” (AA, 20 Şubat 2015)
Pakete bir başka tenkit de yine iktidarı destekleyen cenahtan gelmiş: “(...) İnsanî güvenlik kavramı, “korkudan azade olmak”, “muhtaçlıktan azade olmak” ve “haysiyet içinde bir yaşam sürme hakkı” olarak tanımlanıyor.
İç Güvenlik Yasası meselesi bir başka örnek... Bu yasada molotof kokteylinin, sapanın silâh sayılması, maske takmanın suç haline getirilmesinden çok daha önde ve önemli bir husus var. (...) Bu husus, idarî tedbir ve hukuk denetimi arasındaki mutlak denge bozukluğudur. Hukuk denetimi ve yargı devrede olmadan mülkî amirlere ve güvenlik şeflerine makul şüpheye dayanarak insanları gözaltına alma yetkisinin verilmesidir. Daha beteri bu yetkinin “toplumun huzur ve güvenliği” için bir kaçınılmaz olarak tanımlanmasıdır. Böyle bir düzenlemeyi hiçbir sorun ve politika doğrulamaz. Böyle bir düzenleme geleceğe yönelik olarak hukuk devleti ilkelerini bozar ya da bozulmasına vesile olur. 2010 yılında kaldırılan EMASYA Protokolü’nün en kritik yönü, askere verdiği, talep olmadan, zorunlu durumlarda takdirle toplumsal olaylara müdahale etme imkânı değil miydi?
Orada sivil otorite devreden çıkarılıyordu. Burada ise yargı çıkarılıyor. Bunun simgesel anlamı bile kendi başına tahrip edicidir. Ayrıca özellikle bu açıdan Türkiye sabıkalı bir ülkedir, askerî ya da sivil güvenlikçilerin hukukçuları yöneten ve yönlendiren baskınlığı bizde tarihî bir sorundur.” (Ali Bayramoğlu, Yeni Şafak, 19 Şubat 2015)
Mevcut düzenlemeyi savunanlar, bu ikazlara itiraz edebilir mi? Gül’ü ya da Bayramoğlu’nu “iktidara düşman olmak”la ya da benzer şekilde itham edebilirler mi?
Hem bu itiraz ve ikazlar haksız mı? Türkiye geçmişte EMASYA Protokolü’nden çok çekmedi mi? O protokolün değiştirilmesi “iyi” bir adım olarak anlatılmadı mı? “Mülki amirlere ve güvenlik şeflerine makul şüpheye dayanarak insanları gözaltına alma yetkisinin verilmesi” doğru mudur? Ya da gündemde olan düzenlemede böyle bir madde yok mu? Niçin bu ikaz ve itirazları gündeme getirenleri “Bunlar bombacıları, dolayısıyla anarşistleri savunuyor” diye karalıyorsunuz?
Bu paket kabul edilse bile yanlış olduğu en kısa zamanda anlaşılır. Maalesef, ders ve ibret alınmadığını görüyoruz. İnşallah, ülke olarak ağır bedeller ödemeyiz...