Ciddî ve tedavisi zor bir övünme ya da hamaset hastalığına tutulduğumuz her halde inkâr edilemez.
Bunun başka sebepleri de olabilir, ama kanaatimizce ilk okuldan son okula kadar herkese, hepimize enjekte edilen “Dünyaya bedeliz” sloganı ve anlayışı bu neticeyi doğurmuştur.
Geçen gün otobüs durağında beklerken şoförle bir yolcunun hareretli sohbetine mecburen kulak misafiri olduk. Şoför ne dediyse yolcuda bir övünme alevi tutuştu. Amerika’dan başladı, Almanya’dan ta Japonya’ya kadar herkesin ülkemizi kıskandığını ‘delilleriyle’ anlatmaya başladı. Yetmedi, “Bir savaş olsa hepsini mahvederiz. Bizde ne silâhlar var kimse bilmez. Mekanikte kimse elimize su dökemez. Sanayimiz çok sağlam, demirden adam yapan ustalar var” benzeri cümleleri sıraladı.
Derken araba hareket etti ve aynı otobüse binince biz de hafiften çıkıntılık yaparak, “Kusura bakmayın, ama her hâlde bizim bilmediğimiz bir yerden bahsediyorsunuz” dedik. Yol arkadaşımız, “Yok ben sanayide çalışıyorum. Ben her şeyi biliyorum, bizde neler var neler kimse bilmez” demeye devam etti.
Allah hayr etsin diyerek yola devam ederken bizden önce askere gidip dönen köy komşularımızdan dinlediğimiz asker hâtıraları aklımıza geldi. Köy komşumuz olan bir ağabeyimiz asker dönüşü öyle şeyler anlatmıştı ki şaşıp kalmıştık. Ona göre kimsenin bilmediği dağların altında çok önemli silâhlar, malzemeler vardı. Her devleti mağlûb edebilirdik, tek şart teker teker gelmeleriydi! Daha sonra biz de askerlik görevimizi yaptık ve bu ağabeylerimizin anlattığı hâtıraları destekleyen bilgileri oralarda göremedik, her ne ise.
Tabiî ki ülkemizin her konuda en önde, en iyi, en zengin, en eğitimli, demokrat, en âdil, en huzurlu, en, en, en olmasını cân-ı gönülden isteriz ve öyle de olmalıdır. Fakat bu tek başına övünerek ve hamasatle mümkün olur mu?
Otobüste bu konuşmaya şâhit olduktan sonra elektronik bir aleti tamir ettirmek maksadıyla İstanbul’un merkezî bir semtine gittim. Saat 09’u 10 geçiyordu ve tamirci başta olmak üzere caddedeki dükkânların çoğu kapalıydı! Sadece simitçi ve börekçinin açık olduğu geniş caddedeki dükkânların bu saatte bile açık olmamasını yadırgamamak mümkün mü? Vaktinde ve zamanında dükkânları dahi açmayan bir millet dünyada en önde olabilir mi? Çalışmadan, gayret sarf etmeden, sadece slogan atarak lider olunabilir mi? Bu anlayışın dünyada bir örneği var mı?
Geçen gün Amerika’da yaşayan bir akrabamız tatil vesilesiyle İstanbul’a geldi. Ziyaretine gittik. 20 yaşına kadar İstanbul’da yaşayan tanıdığımız, “Bu dükkânlar, iş yerleri sabah niçin erkenden açılmaz. Ne biçim iş?” diye sormaya başladı. Aynı şekilde Avrupa ülkelerinde yaşayan gurbetçilerimiz de Türkiye’deki iş yerlerinin sabah saatlerinde çok geç açıldığından yana şikâyetçidir. Çalışmadan zengin olan millet ve devlet olur mu?
En hafifinden elindeki cep telefonu, evinde kullandığı teknik aletlerin ekseriyeti ithal olan bir kişi nasıl olur da “Biz dünyayı dize getiririz” diye övünür.
Har vurup harman savuran ve gününü boş övünmelerle geçirenler için Çayeli köylerinde kullanılan bir söz vardır: “Atın atın da, bir de ahırınıza bakın!” Çünkü, o günün şartlarında ahırında ineği, koyunu, atı olmayan kişiler fakir sayılırmış. “Ahırı/ağılı boş olanlar”ın övünmesi ne kadar boş değil mi?