Ortadoğu ülkelerinin bazılarıyla sınır komşusu olduğumuz halde belki de en az onları tanıyor olmamız garip değil mi?
Komşularını dahi yeterince tanımayan bir ülkenin, bir milletin; ‘dünyaya açılma, meselelerini dünyaya anlatma’ noktasında başarılı olması mümkün olur mu?
Bu bilgisizliğin had safhada olduğu komşumuz Suriye’de devam eden kargaşadan da anlaşılıyor. Suriye ile kapı komşuyuz, ama belli başlı büyük şehirleri haricinde şehirlerin adını dahi bilmiyoruz. Sosyal ve siyasî yapısını yeterince bilmediğimiz de kargaşa sonrası anlaşıldı. Afrin ya da Menbiç’in adı 5 yıl ya da 10 yıl önce niçin duyulmadı? Dünyanın bir ucundaki ülkelerin, şehirlerin adları duyulduğu kadar komşularımız olan İslâm ülkelerinin şehirlerini niçin bilmiyoruz? Amerika’daki bir kasabadan haberler geldiği halde, Suriye’den, Irak’tan, Pakistan’dan ya da Afganistan’dan niçin gelmez? Buralarda yaşayan Müslümanların dertleri, sevinçleri, problemleri niçin bizim de gündemimiz olmasın? Bir bütün olarak İslâm âleminde yaşanan problemleri bilmeden bunlara çare ve çözüm bulunabilir mi? Uzaklarda dahi olsa aç yatan ‘komşu’larımız varken, biz burada tok yatabilir miyiz?
Bir program sebebiyle İstanbul’a gelen Lübnanlı sanatçı Marcel Khalife, Orta Doğu ile Türkiye’nin ortak kültürel mirasına dikkat çekerek, “Aynı bölgenin müzisyenleri olarak, müziğimizde de ortak birçok öge var.
Makamlar ve çeşitli müzik stilleri buna dahil. Yani Türkiye ile Orta Doğu ülkelerinin tamamının müziğine baktığınızda benzerliklerin çok fazla olduğunu görürsünüz. (...) Konserde dinleyicilerimden biri Türkçe’ye çeviri yapılması gerektiğini söyledi ve bence çok da haklıydı. Türkler ile Arapların sadece dil konusunda değil her konuda birbirini daha iyi tanıması lâzım. Bu tür şeyler gerekli artık. Yani hem birbirimizin kültürünü hem dilini hem müziğini daha iyi öğrenmeliyiz hem de müzik çalışmaları anlamında iş birliği yapmalıyız. (...)
Bence bölgedeki bütün bu kültürel değerleri kutlamamız ve birlikte çok daha fazla çalışmamız gerekiyor” değerlendirmesinde bulunmuş. (AA, 22 Şubat 2018)
1950’de Lübnan’da dünyaya gelen ve dünya barışına sağladığı katkılar dolayısıyla, 2005’te UNESCO tarafından barış elçisi ödülünü alan başarılı sanatçının dikkat çektiği nokta siyasetçilerimizin de gündeminde olmalı: Birbirimizin kültürünü hem dilini hem müziğini daha iyi öğrenmeliyiz.
Madem insanlar ‘bilmediği şey’e düşman oluyor o halde aradaki ihtilâfları, düşmanlıkları, kavgaları sona erdirmek için birbirimizi daha iyi tanımak mecburiyetindeyiz. Niçin pasaport alan ve yurt dışına çıkmak isteyen gençler en önce kapı komşumuz olan ülkelere gitmesin? Elbette bugün itibarıyla böyle bir talepte bulunmak eşyanın tabiatına aykırı olur. Fakat uzun dönemde bu meseleleri halletmek hem Türkiye’nin, hem de komşu İslâm ülkelerinin menfaatinedir. Birbirimizin sahip olduğu iyilikleri çoğaltmakla bunu yapabiliriz. Bu noktada en büyük vazife siyasetçilere, idarecilere ve devamında da medya mensuplarına düşer. Yayınlanan her haber bir de bu gözle değerlendirilmek durumundadır. Dünyanın bütün fenalıkları sanki bu ülkelerdeymiş gibi yayın yapmak, beyanda bulunmak ‘ortak noktaları’ çoğaltmaz, aksine azaltır.
Türkiye’nin ve diğer İslâm ülkelerinin menfaati ortak noktaları öne çıkarmaktan geçer. Bu yolda bugün kararlı adımlar atılmaya başlanırsa inşallah önümüzdeki yıllarda çok daha iyi noktalara geliriz ve “İttihad-ı İslâm” hedefine de yaklaşmış olunur.