Temmuz 2016 ortasındaki darbe girişimi ve sonrasında yaşananların sadece kişilere değil, bir bütün olarak millete verdiği zararları hesap etmek bile imkânsız.
Sosyal hayatta açılan bu derin yaraların tedavisinin nasıl olacağı ve ne kadar süreceği yine belirsiz. Bu bakımdan, darbeye teşebbüs edenlerin dünyadan başka ahirette de verecekleri büyük bir hesap var.
Ankara’da devam eden mahkemede ifade veren tutuksuz bir sanığın beyanları, tehlikenin büyüklüğünü göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Vefat eden babasına rahmet olması niyetiyle ABD’de faaliyet gösteren ve ilahiyat ve din konularında çalışmalar yaptığını duyduğu bir kuruluşa bir miktar para gönderdiğini anlatmış. Şurası çok önemli: “Aldatıldım. Dini hassasiyetlerim kullanıldı. Bu durumdan dolayı büyük bir pişmanlık duyuyorum” diyen ‘sanık’, bundan sonra ne amaçla olursa olsun hiçbir hayır kurumuna bağışta bulunmayı düşünmediğini ilân etmiş. (AA, 8 Eylül 2016)
Hadisenin önünü sonunu, anlatılanların ya da beyanların doğruluğunu ya da yanlışlığı bizi doğrudan ilgilendirmiyor. Bir insanın böyle düşünmesine her kim sebep olduysa bunun hesabını bilhassa ahirette vermek kolay olmasa gerek. Dikkat çekmek istediğimiz asıl mesele, asıl dert, asıl ‘darbe’ budur. Yaşananlar milletin aklında, kalbinde, vicdanında öyle derin yaralar açtı ki, öyle darbeler indirdi ki artık kimse kimseye güvenemiyor.
Başka pek çok mesele konuşuluyor, ama hadisenin bu yönüne bakıp çare arayanlar yok. Maddî darbeleri bir şekilde önleyip bertaraf eden millet, akıllara ve vicdanlara indirilen bu darbenin izlerini nasıl silebilecek? Binler değil, milyonların bu konudaki sıkıntılarına kimler çare bulacak? Kaybettiğimiz ‘güven’i ne zaman ve nasıl tekrar kazanabileceğiz?
Geçen yıllarda bir hayır kurumuna bağış yapan memur, aynı kurumun “Bu yıl da bağış yapmak ister misiniz? Bağışlarınızı bekliyoruz” mesajı üzerine, “Yarın bir gün başıma bir iş gelmeyeceğinin garantisi var mı? Tedirginim. Artık bağışları dilencilere yapacağım” diye cevap verdiğini anlatmıştı.
Anlatılanların eksiği de fazlası da olabilir. Fakat ortada bir gerçek var: Millet ciddî anlamda tedirgin. Güvendiği dağlara, bağlara, tarlalara ‘kar’ yağmış durumda. Bazı aklıevveller bu fırsattan istifade ile cemaatlere de topyekûn savaş açmış durumdalar. Cemaatler ya da sivil toplum kuruluşları bu yarayı tedavi etmek için el ele vermesi gerekmez mi? Çeşitli bahanelerle cemaatleri itham edenler, toptancılıkla hepsini ortadan kaldırmak isteyenler iyi niyetli değil. Suçun şahsiliği en temel prensiptir. Bazılarının hatalarından dolayı bütün cemaatleri itham etmek, suçlamak, yok etmeye çalışmak kişinin bindiği dala balta vurmasından farksızdır.
Toplum hayatında derin yaralar açan bu hastalıkları ancak el birliği ile tedavi edebiliriz. İlahiyat camiasına da bu hususta çok iş düşüyor. Lütfen parti siyaseti camilere, hutbelere, vaazlara bulaşmasın. Aksi halde hocaların da tesiri iyice kırılır ki sonrası bunalım demektir.
Ortada duran asıl darbe, asıl yara, asıl zararı görelim ve birlikte tedavi edelim. Yarını beklemeden!