Doğruları tekrarlamak durumundayız ve tekrarlayacağız: Ülkemizde adalet sistemi cidden ve temelden sarsılmış durumda. Hemen her kesimden insan sistemin sarsıldığı hususunu dile getiriyor.
Türkiye’yi idare edenler de adalet sisteminin sıkıntılarının farkındalar. Sistem kısmen düzeltilmeye de çalışıldı. Ancak bunun için atılan adımlar doğru seçilmedi. İşe, ‘dünyanın en büyük adalet sarayı’nı yaparak başlandı ve netice alınamadı. Nitekim, yine Türkiye’yi idare edenler de “Çok güzel saraylar yaptık, ama adalete duyulan güveni artıracak çok çalışmalar yapmamız lâzım” demek mecburiyetinde kaldılar. (Milliyet, 13 Mayıs 2015)
Anlaşılan, Türkiye’de adaletin hızlı ve adil tecelli etmediği noktasındaki kanaatler yurt dışına da taşmış. TBMM Başkanı Cemil Çiçek, bir konuşmasında şöyle demiş: “Yargıdaki çekişme siyasî çekişmeye benzemiyor. Yargıdaki tartışma diğer meslek grupları arasındaki çatışmaya benzemiyor. Şu yaptığım 4,5 yıl görev süresince bu olaylar gündeme geldiğinden beri yurtdışında oturduğumuz müzakerelerde konuşmalarda bir ya da ikinci sorularda mutlaka yargı içindeki ihtilâf gündeme geliyor. Halbuki ben oraya yargıyı anlatmaya gitmiyorum, ben meclis başkanıyım, muhatabım meclis başkanı, parlamenter diplomasi yapıyoruz, parlamenter ilişkileri nasıl geliştiririz ona bakıyoruz. (...) Bunları konuşmamız gerekirken birinci ya da ikinci soru yargı konusu oluyor. Bu hal iyi bir hal değildir. Bu devlet sorunu haline geldi. (...) Bir an önce el birliğiyle bunu normalleştirmek gerekiyor. Bunun da yolu hukuku egemen kılmaktır, hukuka göre hareket etmek gerekir.” (Cihan bülteni, 20 Mayıs 2015)
Muhtemelen yargıdaki sıkıntı sadece TBMM Başkanının toplantılarında gündeme gelmiyor. Ülkemizi temsilen yurt dışında herhangi bir toplantıya katılan bürokratlara da bu sorular soruluyor olabilir. O halde mesele sadece Türkiye’nin iç işi olmaktan çıkmıştır. Çünkü dünya artık bir köy haline gelmiştir. “Biz kendi işimizi hallederiz, kimse bize karışmasın” demek bugünkü dünya şartlarında mümkün değil. Nitekim, Türkiye’ye yatırım için gelen firmalar bile önce Adalet Bakanlığına gidip hukukî altyapı hakkında bilgi alıyormuş. Bu bakımdan, bizdeki hukukî problem sadece bizi değil, dünyayı da ilgilendiriyor.
Dert ve hastalık belli olduğuna göre, tedavisi de bellidir. Hakikî adaletin tecelli etmesi için gayret gerekir. Bu noktada da iş yine Türkiye’yi idare edenlere düşer. “Şunlar, bunlar, bürokratlar adaleti işletmiyor” şeklindeki beyanlar haklı gibi görünse de son tahlilde haksızdır. Çünkü idarecilere düşen, dertleri, problemleri çözmektir. İktidar başka ne için vardır?
Çok önemli bir mesele de, var olan problemleri çözerken de adaletten ayrılmamak, şahsî his ve düşünceleri bu meselelere karıştırmamaktır. Bu kolay mıdır? Elbette değil. Zaten idarecilik kolay olsa herkes yapardı...
Ülkemizdeki yaşanan sıkıntının özünde de bu tavır var. “Şunlar yanlış yaptı, o halde biz onlardan daha fazla yanlış yapalım, adaletsizlik yapalım. Onlar her türlü adaletsizliği hak ediyor” deniliyor. Hayır, hayır, hayır! Adalet, işin içine nefsi hesapları karıştırmadan sağlanabilir. Başkaları haksızlık, adaletsizlik yapmış olsa bile, ‘adil devlet’ haksızlık adaletsizlik yaparak cevap veremez ve vermemeli.
“Adalet mülkün temelidir” tesbitini mahkeme salonlarına yazmak yetmez. Bu sözün gereğini yerine getirerek bu badireleri atlatabiliriz...