Dere tepe düz gidip, sonra da bir arpa boyu yol gittiğini görmek nasıl bir duygu ise, Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki görüşmeler de o hissi veriyor.
Bir bakmışsınız minare başında, bir bakmışsınız kuyunun dibinde. Bir gün “AB’ye vizesiz sehayat” konuşuluyor, bir başka gün AB üyeliğinin tam aksi istikameti ifade eden “Şanghay Beşlisi”ne üyelik...
16 Nisan 2017 referandumu öncesinde de AB ile ilişkiler iyice gerildi. Vize serbestisi beklenirken üyelik görüşmelerinin sonlandırılması dahi konuşulur olmuştu. Referandum, bir bakıma seçim sona erince yeriden AB ile ilişkilerin iyileştirilmesi yönünde mesajlar veriliyor. AB üyeliği gibi meselelerin siyasete malzeme yapılması Türkiye’nin menfaatine değil. Ama maalesef siyasetçiler bunu yapıyor.
Avrupa ile ilişkilerde çıkış yolu, Avrupa’nın yekpâre olmadığını ‘iki farklı Avrupa, iki farklı anlayış’ olduğunu görmekle başlar. Türkiye’yi idare edenlerin yapması gereken şey, Avrupa’daki ve belki de dünyadaki ‘iyi’lerle işbirliği kurmak olmalı. Avrupa’daki ‘kötü’lere kızıp milletin zararına olacak şekilde yorgan yakmak akıl kârı değildir.
Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi ve aynı zamanda İstanbul Politikalar Merkezi direktörlüğünü yürüten Prof. Dr. Fuat Keyman, AB ile Türkiye arasında çıkacak bir krizin, sadece her iki taraf için değil, bölgesel ve küresel istikrar için de çok olumsuz sonuçları olacağını hatırlatmış.
Anadolu Ajansı’nın “Ajansın editöryel politikasını yansıtmayabilir” notuyla yayınladığı “Görüş”ünde Fuat Keyman şöyle demiş: “(...) Türkiye-AB ilişkilerini yenide canlandırabilecek ‘12 aylık yeni takvim’ üzerinde çalışıldığı ve bu sürecin yılın sonunda başlatılacağı açıklaması yapıldı. 13 Haziran’da siyasal direktörler düzeyinde ‘siyasî diyalog toplantısı’ yapılaması kararı alındı. Temmuz ayında ise bakanların ve AB komiserlerinin katılacağı üst düzey siyasî diyalog toplantısı yapılacak. (...) Bu somut maddelerin dışında, Türkiye AB’den çifte standart uygulamalarının bitirilmesini ve darbe girişimine ve teröre karşı yaptığı mücadelesini anlamasını istiyor ve işbirliği çağrısı yapıyor. AB de Türkiye’den demokrasiden ve hukukun üstünlüğünden sapmamasını ve kendisine karşı sert üslûbunu bırakmasını istiyor. (...)
“Türkiye-AB ilişkilerinde ciddî boyutta bir ‘güven krizi’ yaşandığı doğru. Liderler arası ipleri koparma derecesine kadar giden bir ‘sözler savaşı’ olduğu da doğru. (...) Tüm sorunlara rağmen, bugün küreselleşen dünyanın yaşadığı türbülans ve bu türbülansın hızlandırdığı bölgesel istikrarsızlık ve insanî trajedi içinde, Türkiye-AB ilişkilerinin de, bırakın dondurulmayı ya da boşanmayı, tam aksine yeniden-canlandırılmaya, birlikte çalışmaya ve işbirliği yapmaya gereksinimi var.” (AA, 31 Mayıs 2017)
“Keskin sirke küpüne zarar” verdiğine göre öfke ile değil, akl-ı selim ile, ihtiyatla, diplomasi imkânlarını kullanarak ve ikna metoduyla hareket etmek gerektiği bir defa daha ortaya çıkmış oldu.
İdarecilerimiz ‘kırık elle kavgaya tutuşmak’ anlamına gelecek şekilde davranmaktan vazgeçmeli. Milletin menfaatlerini koruyarak AB üyeliği yolunda ilerleyebiliriz. Tarih şahittir ki akl-ı selim ile hareket eden kazanır. Türkiye bu koşuyu kazanabilir ve kazanmalıdır inşâallah.