Türkiye’de doğup büyüyen ve üniversite eğitimini İstanbul’da tamamladıktan sonra Amerika’ya yerleşen (1972) Prof. Dr. Aziz Sancar’ın kimya dalında Nobel ödülü alması herkesi sevindirdi.
Ancak tartışmalar; ilim ve eğitim çerçevesinde değil, Nobel kazanan ilim adamının etnik kimliği üzerinde yürütüldü.
Oysa asıl tartışılması gereken mesele, üniversite eğitimine kadar Türkiye’de bulunan bir ilim adamının çalışmalarını burada yapamayıp, başka ülkelere yerleşmek durumunda kalmış olmasıydı. Türkiye’yi idare edenler “Dün, 1970’lerde böyleydi. Ama artık bu çalışmalar ülkemizde de yapılıyor. Artık beyin göçü yok” diyebilir mi? Elbette bütün dünya ileri giderken, ülkemizde de müsbet gelişmeler olmuştur. Buna rağmen, “İlim adamlarına her türlü imkânı sağlıyoruz. Beyin göçü bitti” demek mümkün değil.
Bazı idareciler muhtemelen bu meseleye sadece ‘para’ penceresinden bakıp, “Araştırmalar için şu kadar kaynak ayırdık. O halde beyin göçü olmaz” diyebilir. Fakat şunu görmek lâzım ki, mesele sadece para değildir. Türkiye’nin ilim ehli için cazibe merkezi haline gelmesi başka sebeplere de bağlıdır. İlim ve fikir hürriyet, adalet ve şeffaflık bu şartların başında gelir. İşin ehline değil de ‘tanıdıklara’ verildiği bir sistemde hiç kimse araştırmacı olmak istemez.
Bu cümleden olarak, bilgisayar endüstrisinin öncülerinden olarak kabul edilen ve ölümüne kadar “Apple Inc.”de CEO olarak görev yapan Steven Jobs örneğini veren İSO Meclis Başkanı Zeynep Bodur Okyay, dolaylı olarak “Bizde yeni Nobel ödülleri gelir mi?” sorusuna bir bakıma cevap vermiş.
“Steve Jobs, Türkiye’de bu sistem içinde doğup, burada yaşasaydı acaba aynı başarıyı yakalayabilir miydi, bir düşünün” diye soran Zeynep Bodur Okyay, “Benim cevabım hayır. Çünkü Jobs’a başarı hikâyesini yazdıran sistemi, Türkiye’de mevcut kılamadık, kılamıyoruz. Sistemimiz sorunlu. Vasatlıktan çıkmamız için bu coğrafyadan çok daha fazla sıra dışı başarı hikâyesi çıkaracak bir üretim eko sistemi kurmamız şart. Vasatlık, sudan çıkma yollarını aramamaktır. Türkiye’nin ihtiyacımız olan kaynağı sağlamaya devam etmek için iyi bir eğitim sistemine, yüksek teknolojik donanıma, cesarete, kararlılığa ve yapılan ve yapılması gereken reformlarla çekim merkezi olmaya ihtiyacı var” demiş. (Vatan, 9 Ekim 2015)
Bakınız, hangi derdi konuşacak olursak olalım; gelip eğitime dayanıyoruz. Türkiye, Steve Jobs ya da Prof. Dr. Aziz Sancar’a “başarı hikâyesini yazdırabilen bir sistem”i kurabilmiş değil. Bunun yolu da, herkesin bildiği üzere iyi bir eğitim sistemi, yüksek teknolojik donanım, cesaret ve kararlılıkla mümkün. “İyi bir eğitim sistemi”ni de ancak hür zeminde kurmak mümkün. Eğitimin temel mesele olduğunu ve onun da ancak ‘tek tip insan yetiştirmeyen’ bir sistem olduğunu bilmek ve görmek durumundayız. Karadeniz tabiriyle, “karma-çorma” (başı sonu belli olmayan, karmakaşırık) bir eğitim sistemiyle yeni Nobel ödülleri gelmeyeceği gibi bize has Steve Jobs’lar da çıkaramayız.
Türkiye’nin büyük ekseriyetinin, Nobel ödülü alan ilim adamımızı ödül aldıktan sonra tanıması, fark etmesi de ayrı bir çelişki. Elbette bu noktada en büyük sorumluluk medyanındır. Şarkıcı ve siyasetçilerin peşinde koşmaktan ilim adamlarını tanıtmaya vakit bulunamıyor.
Ödül alınmasa da olur, ama sağlam ve ‘iyi’ bir eğitim sistemi kurmadan olmaz...