Yine terör, yine şehid, yine gözyaşı. Terör ve şehid haberlerine alışmamız mı isteniyor? Yoksa alıştık mı? Bu musibete karşı ne demeli, nereden başlanmalı? Denilmeyen söz, gündeme getirilmeyen çare teklifi kaldı mı?
Yarım asra yaklaşan bir ‘dert’ karşısında devam eden bu hal normal midir?
Hakkâri’nin Çukurca İlçesi Çığlı Üs Bölgesi’nde Cuma (13 Mayıs 2016) sabaha karşı PKK’lı teröristlerin ateş açması üzerine çıkan çatışmada önce 6 asker şehid oluyor. Bölgeye takviye birlikler sevk edilirken, operasyon bölgesine giden taarruz helikopteri de ‘teknik bir arıza’ dolayısıyla düşüyor. Bu kaza sonucu da 2 pilot şehid oluyor. Bir günde 8 şehid.
Öncelikle şehidlerimize Allah’dan rahmet dilerken, ailerine ve yakınlarına sabır diliyoruz. Allah, daha büyük felâketlerden korusun, ama normal bir ülkede bunca acı haberlere rağmen ‘hiçbir şey olmamış gibi’ hayat devam edebilir mi? Bütün işi gücü bir yana bırakıp bu yarayı tedavi etmeye gayret etmek gerekmez mi? Sadece başımızı değil, gönlümüzü ve kalbimizi de ‘iki elimiz’in arasına alıp ve hep birlikte düşünmemiz gerekmez mi?
Ortada; can yakan, ocak söndüren, dinmeyen, kanamaya devam eden bir yara var. Şunu bunu suçlamak çare olsa, hep birlikte bunu yapalım. Suçlamak çare olsaydı, iş bu noktaya gelmeyebilirdi. Mutlak surette kalıcı çare aramak durumundayız. Bu hususta millete verilen sözleri hatırlamak ve hatırlatmak gerekmez mi? Hani ‘şehid cenazeleri gelmemesi için’ adımlar atılmıştı? Türkiye, ömür boyu bu can yakıcı, ocak söndürücü haberleri duymak mecburiyetinde midir? Yok mu bu yaranın çaresi, bu derdin ilâcı?
Mutlaka vardır, mutlaka vardır, mutlaka vardır!
Terörle karşı karşıya kalan ilk ülke, elbette ki Türkiye değildir. Dünya bu ve benzeri terör örgütleriyle nasıl ‘etkili ve netice alan’ mücadele etmişse, ülkemiz de bunu yapmalıdır. Bir seneyi değil, 10 seneyi, hatta 50 seneyi planlamak durumundayız. “İki ayda terörü bitiririz” diye yola çıkanların netice alamadığı geçmişte de görülmüştü. Dünyanın en zor işi terörle mücadeledir. Terörü ya da terörle mücadeleyi kolay görüyor değiliz. İtirazımız, çaresizliği akla getiren tavırlaradır. Türkiye bu ve benzeri her türlü terör örgütlerini mağlûp edebilecek imkânlara sahiptir. Mesele, bu imkânları kullanabilmektedir.
Bu mücadelede en büyük sorumluluk Türkiye’yi idare edenlerdedir. Elbette muhalefetin ve sivil toplum kuruluşlarının da ciddî sorumluluğu vardır. Hepimiz, bu dert karşısında el ele vermek durumundayız. Böyle ciddî ve hayatî bir mesele karşımızda varken, ‘yok’muş gibi davranmak en büyük hatalardan biridir. Bu meseyele çare bulmadan başka meselelerle meşgul olmak ‘israf’tır.
Terör örgütleri ve onları besleyen mihraklar belki ‘söz’ün bitmesini istiyor, ama ‘söz’ ve ‘ikna’ bitmemeli. Bıkkınlık ve yılgınlık göstermeden, konuşarak ve tartışarak çareyi bulmak ve uygulamak mecburiyetindeyiz. Bilmeli ve görmeliyiz ki, bu belâyı def edebilirsek başka pek çok mesele de def olur.
Hamaseti bir yana bırakalım ve ehil kadrolarla bu belâyı def edelim. Hem fiilî hem de sözlü duâları da ihmal etmeden...