Âhirzamanın dertlerinden biri de iyi ile kötünün, doğru ile yalanın aynı çarşıda, yan yana ve iç içe bulunmasıdır. Piyasada o kadar değersiz söz dolaşıyor ki, içlerinde iyilerini bulabilmek bin kat zor hale gelmiş.
Türkiye’nin idarî sisteminde değişiklik yapılması konusundaki tartışmalar gündemi meşgul ediyor. Mevcut anayasada yapılması planlanan madde değişiklikleri milletin reyine, tercihine sunulacak. Nisan ayındaki referandum kimilerine göre bütün dertlerin ilacı. İdarecilerin her gün tekrarlarına bakılırsa bu değişiklikler kabul edilirse ne anarşi kalacak, ne de ekonomik kriz. İddia sahiplerine göre sihirli bir el gibi bütün dertler sona erecek. Peki, böyle bir şey imkân dahilinde mi?
Bu soruya cevap veren uzmanlar var. Prof. Dr. M. Şükrü Hanioğlu’nun tesbitleri güzel bir örnek. Hanioğlu, geniş yazısının bir yerinde şöyle demiş: “Tarihî örnekler, ‘anayasa ve sistem değişiklikleri’nin yapısal sorunlarımızı çözme alanında sınırlı etki yapabileceğini ortaya koymaktadır. (...) Yapısal sorunlarımızın 16 Nisan sonrasında da gündemimizde olacağını gözden uzak tutmamalıdır. (...) 1911-1916 döneminde var olan ve çözülemeyerek Osmanlı devletinin tasfiyesine neden olan pek çok yapısal sorun toplumsal hafızadaki yerini korumaktadır. Bu açıdan bakıldığında güncel ‘sistem’ tartışmasının bütün sorunları ‘çözecek’ ya da ‘rejimin sonunu getirecek’ bir ölüm-kalım savaşına dönüştürülmesinin sakıncaları da görülebilir.
Söylenilmeye çalışılan “anayasa” ve “siyasal sistem”in ehemmiyeti haiz olmadığı değildir. (...) Meseleler ‘anayasa yapılarak’ çözülebilse 1876 sonrasında ortalama her yirmi sekiz yıla bir toplum sözleşmesi sıkıştıran, bunlar üzerinde de sayısız değişiklikler yapan toplumumuz tüm sorunlarını halletmiş olurdu. (...) Türkiye kısa süre içinde gerçekleşecek sistem değişikliği referandumuna bu bilinçle yaklaşmalı, yapısal sorunlarımızın 16 Nisan sonrasında da gündemimizde olacağını gözden uzak tutmamalıdır.” (Sabah, 5 Mart 2017)
Referanduma sunulan değişikliğin ‘istikrar’ getireceği yönünde de iddialı mesajlar veriliyor. Konuyu değerlendiren Taha Akyol, önemli olanın elimizin hukukla ve demokrasiyle güçlendirilmesi olduğuna dikkat çekip şöyle demiş: “Asıl sağlam istikrar, toplumsal barıştır, vatandaşların hukuka ve kamu kurumlarına güvenidir... Dış politika bakımından, Batı’da popülist İslamofobik hareketlerin güçlenmesi bizi ‘Haçlı Avrupa’ falan gibi ölçüsüz genellemelere kaptırmamalıdır. O Avrupa’dan başka bir de otoriter popülizme karşı demokrasi ve hukuku savunan, Türkiye’ye destek olmuş bir Avrupa da vardır. (...) Türkiye’nin iç huzuru gibi dış dünyada dost çevreler kazanmasının yolu da elimizi hukukla ve demokrasiyle güçlendirmektir. Dünya sıralamasında 80. sıralarda durarak bunu yapamayız.” (Hürriyet, 10 Mart 2017)
Geriye dönüp baktığımızda bütün dertlerin bitmesi için belki de on defa tarih verildiğine şahit olunmuştur. “Bu seçim çok önemli. Bunu kazanırsak Türkiye çağ atlayacak, düşmanlar mahvolacak, dünyaya nizamât vereceğiz” anlamına gelen açıklamalar duymadık mı? Neredeyse bu temennilerin tamamı yerine geldi, ama dertler yine de bitmedi. Acaba, 16 Nisan 2017’den sonra ne bahane bulunacak?
Her şeyi olduğu gibi tarif etmekte fayda var. Abartma dili milletimize ve memleketimize zarar veriyor. Onun yerine elimizi adaletle kuvvetlendirebilsek en iyisini yapmış oluruz. Unutulmasın ki Türkiye’nin kalıcı menfaati adalet yolundadır.