Türkiye’yi idare edenlerin yanlışlarından biri de, gerçekleri olduğu gibi anlatmamalarıdır.
Sözle olmasa bile fiilen “Bir Türk dünyaya bedeldir” anlayışına sığınılıyor ve hâdiseler mübalâğalı bir dille anlatılıyor. Söze bakıldığında her şeyin en iyisi bizde. Hatta, Müslümanlığın bile ‘en iyisi’nin Türkiye’de yaşandığı iddia edilir. Buna delil olarak da hac mevsiminde (Mekke, Medine) şahit olunan bazı hâdiseler anlatılır.
Oysa her şeyi olduğu gibi, abartmadan, kabartmadan, küçültmeden anlatmak en önemli vazifedir. Hatırlanacağı üzere Bediüzzaman Hazretleri bu önemli meseleyi izah ederken şöyle demiştir: “Hangi şeyi vasfetsen, olduğu gibi vasfet. Medhin mübalâğası bence zemm-i zımnîdir. (Hangi şeyi anlatmak, izah etmek isterse onu olduğu gibi anlat, tarif et. Methetmede, övmekte, ‘cila’lamakta aşırıya kaçmak [bence] gizliden gizliye o şeyi kötülemek anlamına gelir.) (Sözler, Lemaat, s. 1165) Meselâ çadır kuran bir ‘işçi’yi överken, “Mimar Sinan senin eline su dökemez” diyorsanız, hakikatte onu eleştirmiş olursunuz. Çünkü bu ‘övgü’ hakikate uygun düşmez.
Maalesef, idarecilerimiz bu hususta çok maharetli. Bir adım atsalar, bin yüz yirmi adım attıklarını söylerler. Her hadiseyi, “Bir Türk dünyaya bedeldir” anlayışıyla millete sunmaktan zevk alırlar. Sokağa çıkıp, rast geldiğiniz ilk kişiye “En zengin ülke hangi ülkedir?” diye sorsanız büyük çoğunluk, propagandanın etkisiyle “Türkiye’dir” diyebilir! Askerlik yapıp da “En güçlü silâhlar bizde. En hızlı uçaklar bizde. En iyi nişancılar bizde” demeyen var mıdır? Elbette böyle olmasını isteriz, ama bu övünmeler hakikate uygun mudur?
Bu övünme seansları son yıllarda iyice arttı. Sathi bir nazarla hâdiselere bakanlar, her şeyin en iyisini, en ‘yerli’sini bizim yaptığımızı zanneder. Yerli uçak, yerli gemi, yerli tank, yerli top... Artık yerli olmayan hiçbir şey kalmamış gibi düşünebilirsiniz. Bu propaganda o derece ileriye gitmiş ve tesirli olmuş ki, bir ‘ehl-i kalp’ tanıdığımız bir ziyaretimiz esnasında “Artık yerli uydumuz bile var. Füzelerin de en iyisi bizde” demişti.
Peki, işin içinde ve başında olanlar ne diyor, ona bakalım. Savunma Sanayii Müsteşarı İsmail Demir, makamında ağırladığı bir gazetecinin sorularını cevaplamış. İddialı projeler üzerinde çalıştıklarını açıklayan Demir’in ‘motor’ konusundaki açıklamaları bizde en dikkat çekici olanı. (Soru: Yerli denizaltı ne aşamada?)
(Cevap:) Denizaltımız bir çıkmazda idi. 2009’da başlatılmış proje. Geldiğimde hâlâ sözleşmesi imzalanmamıştı. Tartışması sürüyordu. Tasarımını bir Alman firmasına yaptırıyoruz. Belli paralar vermişiz. Firmanın tasarımına itirazlarımız vardı. Çok ciddî mesai harcadık. Deniz Kuvvetleri’yle koordinasyon içinde nihayet 6 senelik sorunu çözdük ve inşayı başlattık. Üç denizaltı olacak, denizaltının tasarımı dışarıdan alınıyor, bir müjde vereyim. Artık ikinci adım Türk mühendislerinin tasarımını ve bütün dizaynını yaptığı bir denizaltı. Bundan sonraki millî projemizin adı Türk tipi denizaltı ve büyük firkateyn. İçindeki harp sistemlerinin yerli olmasını öngörüyoruz. Burada bir tek motor kalıyor. (Yerli motor yapabilecek miyiz?)
Motorla ilgili de birkaç çalışma başlattık. Bir özgün tank motoru, helikopter motoru, insansız hava araçları için motor çalışmamız devam ediyor. Jet uçak motoru çalışmamız devam ediyor. Öngörümüz inşallah 5 yıl içerisinde çoğunluğunu bizim sahip olduğumuz bir motor. Ondan 5 yıl sonra da tamamıyla Türkiye’nin sahip olacağı bir motor.” (Konuşan: Abdullah Karakuş, Milliyet, 21 Şubat 2016)
Eğer bir aksama olmazsa en erken 10 yıl sonra ‘yerli tank motorumuz’ olacak! Uyan Türkiye! E, hani yerli tankımız vardı?