Her seçim döneminin kendine has özellikleri, gündemleri olur. Bu seçim dönemi, önceki seçimlerden çok daha farklı bir propaganda atmosferine şahit olduk.
Diğer seçimler gibi parti liderleri yine meydanlara çıktı, onlarca belki de yüzlerce vaadlerde bulundu. Bu vaadlerin bir kısmı yerine getirilecek, büyük bir kısmı da bir sonraki seçim dönemine kadar unutulacak.
Liderlerin konuşmalarında en çok dikkat çeken ve bir o kadar da itiraz gören nokta, birbirlerine ağır sözler sarfetmiş olmalarıdır. Kavgada dahi söylenmeyen sözler, maalesef miting meydanlarında sarf ediliyor. Bu hal, en başta siyaset ve siyasetçiye zarar veriyor, ama farkında değiller.
Dini konuların seçim meydanlarında istismar edilmesi de bu seçim döneminin başka bir yanlışıdır. Liderler hata yapınca, onlara bakıp hareket edenler de iyice ölçüyü kaçırıyor. Her hangi bir partiye oy verme ya da vermeme meselesini Müslüman olup olmama ile ölçmeye kalkanlar çıkıyor. Elbette bu tartışmalar da yeni değil. Şekil değiştirerek devam eden bir siyasi anlayış, yıllar önce de “Ya bizdensiniz, ya da patates dinindensiniz” ya da “Bir biz varız, bir de diğerleri. Biz en iyisiyiz, diğerlerinin tamamı kötü” diyerek oy talep ederdi. O anlayışın bilhassa mütedeyyin insanlara büyük zarar verdiğini geçmiş yıllarda gördük. Hatta, yıllarca o anlayışa hak verenler, 28 Şubat sürecinde bir anlamda hatalarının farkına vararak, “30 yıllık birikim heba oldu” şeklinde itiraflarda bulunmaya başladılar. Benzer hatalar maalesef bu seçim döneminde de yapıldı. “Bu seçimde filan partiye oy vermek, Kudüs’e oy vermektir, Arakan’a oy vermektir. İslam dünyası bize bakıyor” şeklindeki tarifler, en hafifinden hadiseyi abartmaktır. İslam dünyasının gözü, her zaman için Türkiye’nin üzerinde olmuştur. Ancak mazlum milletlere gereğinden fazla umut vermek, onlara yapılabilecek en büyük kötülüktür. Suriye örneğinde olduğu gibi, muhaliflere “Yürüyün, arkanızdayız. 3 ayda diktatörlük sona erer” benzeri garantiler verip, sonrasında da çaresizliğe düşmek; ülkemize sadece itibar kaybettirir. “Büyük Türkiye” olmalıyız, ama yapabileceklerimizin sınırlı olduğunu da bilmeliyiz.
Sona ermek üzere olan seçim döneminin farklı bir yönü de, ‘seçim sahası’na kural dışı olarak farklı bir ‘futbolcu’nun girmiş olmasıdır. Önceki seçimlerde siyasi parti liderleri konuşur, cumhurbaşkanı ise özünde partili olmakla birlikte ‘tarafsız’ olmaya çalışırdı. Bu defa, cumhurbaşkanının da miting düzenlemek konusunda parti liderleriyle yarıştığını görüyoruz. Bazıları bunu, “Seçilmeden önce farklı bir cumhurbaşkanı olacağını söylemişti” sözüyle izah etmeye çalışıyor. Türkiye’de kanunlar varsa, bu yapılan yanlıştır. Cumhurbaşkanının seçilmeden önce böyle demiş olması, yapılan yanlışın doğru olduğunu göstermez.
Cumhurbaşkanı, bu itirazlar karşısında “Beni halk seçti. Kimse beni halktan koparamaz. Ben halkla buluşmaya devam edeceğim” anlamında savunmalar yapıyor. İyi de bu buluşmalarda havadan sudan konuşmalar yapılmıyor ki! Apaçık bir partiye destek anlamına gelen konuşmaların yapılması ahlâken de yanlış değil mi? “Yanlış değil, bizde böyle!” demek belki kulağa hoş gelir, bazılarının gururunu da okşayabilir; ama yanlışı yanlış olmaktan çıkarmaz.
Geçmiş dönem seçimlerine göre farklılıklar arzeden bir propaganda dönemi geride kalıyor. Bakalım nasıl bir netice ortaya çıkacak? Millet, nasıl bir elbise dikecek? Neticenin şimdiden hayırlı olmasını temenni ederiz.