Türkiye’nin önünü tıkayan ve ufkunu karartan ilk darbe, 27 Mayıs 1960 tarihini taşıyor.
14 Mayıs 1950’de hür bir seçimle tek başına iktidara gelen Demokrat Parti, sonraki iki seçimi de kazanarak yine tek başına iktidara gelmesine rağmen askerî bir darbe ile iktidardan uzaklaştırılmıştı.
Ülkeye 10 yıl boyunca hizmet eden Demokrat Parti, merhum Başbakan Adnan Menderes’in şahsıyla bütünleşmişti. Menderes sevgisi ocaklara, bucaklara kadar ulaşmış ve o dönemde doğan çocuklara “Adnan” ismi konulur olmuştu. Bu sevgi halesi, darbecilerin uykusunu kaçırmış olmalı ki daha ilk günden itibaren darbe planları yapmaya başlamışlar ve nihayetinde DP’yi iktidardan uzaklaştırmışlardır. Sonrasında yaşanan Yassıada günleri ise ayrı bir felâket ve katmerleşmiş bir zulümdü.
10 yıl devam eden DP iktidarı dönemine millet desteğinin devam ettiğini rakamlardan görmek de mümkün. 1950’de yüzde 52.67 oy alan DP, 1954 yılındaki seçimde 57.61 ve son seçim olan 1957’de de yüzde 47.87 oy almıştır. Bazı siyasetçilerin “En çok oyu biz aldık” övünmesine kanmamak lâzım. Merhum Menderes dönemindeki bu seçimler, Demokratlara millet desteğinin zirve yaptığı yıllar olarak tarih sahnesindeki yerini almıştır.
Demokrat Parti 1950’de iktidara gelmiş olmakla beraber kökleri çok daha eskilere dayanır. Aynı şekilde, 27 Mayıs 1960 darbesiyle zorla iktidardan uzaklaştırılmış olsa da sönmemiş, başka isimlerle yoluna devam etmiştir.
1950-60 dönemi bilhassa gençler nezdinde çok iyi bilinmese de merhum Adnan Menderes ve arkadaşları unutulmamıştır. Milletimiz vefa örneği göstermiş ve her imkân ve fırsatta bu kahramanları rahmetle ve duâyla hatırlamış, yad etmiştir.
Günümüz idarecileri de merhum Menderes’i hatırlayıp ona atıflar yapıyorlar, ancak bu noktada bir teste tabi tutulmaları da icap eder. Elbette tarihe mal olmuş şahsiyetlere kimin sahip çıkıp, kimin sahip çıkmayacağına karar verecek merci değiliz. Ancak yakın zamana kadar Menderes ve arkadaşlarını hiç hatırlamadıklarını, konuşmalarında adını anmadıklarını, hatta yeri geldiğinde onları kınadıklarını hatırlıyoruz. Böyle olması da eşyanın tabiatına uygundu, çünkü aynı kaynaktan beslenen siyasetçiler değillerdi.
Keşke bugün Menderes’in adını hatırlayanlar; 20 ya da 30 yıl önce de hatırlasaydı ve onu örnek alsaydı. Bugün tartışma konusu olan hukuksuzlukların kaçta kaçı 1950-60 arasındaki Menderes döneminde yaşandı? Merhum Menderes’in çocuklarına en büyük tavsiyesi, onların ticaretten uzak durması değil miydi? Menderes’in başka yönlerini nazara verip, bu yönünü görmemek, örnek almamak yanlış değil mi?
Türkiye’de bir demokrasi mücadelesinden bahsediliyorsa bunun bir ayağı da 1950-60 dönemindedir. Menderes ve arkadaşlarını verdiği hak, hukuk ve adalet mücadelesi bilinmeden Türkiye’nin yakın tarihi de bilinmiş olmaz.
Türkiye’yi idare edenlere çağrımız, 1950-60 döneminin hak ettiği ölçüde ders kitaplarında yer almasıdır. Ders kitaplarında başka, meydanlarda başka bir dönem anlatılırsa çelişkiler sona ermez.
Zulm ile abad olan hiç kimse yoktur ve olmamıştır. Bu vesile ile merhum Menderes ve arkadaşlarını rahmetle hatırlarken, onlara insanlık dışı muameleleri reva görenleri de Allah’a havale ediyoruz.