Her türlü bilgiyi, haberi ve gelişmeleri; yazılı ya da sözlü olarak kişilere ulaştıran vasıtaların tamamına birden ‘medya’ diyoruz.
Geçmişte medya denildiğinde daha çok gazeteler akla gelirdi. Son yıllarda bu vasıtalar o kadar çoğaldı ki, gazetelerin ‘hizmeti’ neredeyse gölgelendi. Artık haberler ve gelişmeler insanların elinde, cebinde, masasında, odasında, hatta sofrasında...
Dolayısıyla medyanın zararlarından korunmak neredeyse imkânsız. İnsanlar bu vasıtaları takip ederek ya da takip etmeyerek onu kontrol edebilir.
Medya vasıtaları, en başta ‘mahremiyet’i vurdu. Haram ve helâl anlayışının bir neticesi olan ‘gizli olma hali’ yani mahremiyet, medyanın yayınları sebebiyle tahrip edilmiş durumda. Yıllardan beridir devam eden müstehcen yayınlar, insanların bu konudaki hassasiyetini büyük ölçüde aşındırdı. 10 yıl önce ‘kötü’ kabul edilen ve gözlerin kaçırıldığı ‘müstehcen, çirkin’ fotoğraflar; maalesef bugün ekseriyet nezdinde ‘normal’ oldu.
İstanbul Ticaret Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mete Çamdereli, bir röportajında bu tehlikeye dikkat çekip [‘genellemek şartıyla’ notu da düşerek] şöyle demiş:
“Mahremiyet diye bir olgunun dijital ortamda tamamen olmamak kaydıyla, büyük ölçüde yitirildiğini varsayarsak, o zaman mü’minlerin medya ve sosyal medyayla imtihanının ağır değil, neredeyse kaybedilmiş olduğunu söylememiz zor olmaz. Medyadan, medyanın esaretinden kurtulabilmek eğer mümkünse, belki yitirilmiş mahremiyete dönüş mümkündür. O zaman, gerçeklik ya da hakikat arayışını, ya da dindarın hakikat’i arayışını, hakikat arayışındaki ısrarı söyleme imkânımız var. Ama şimdi, bir dini hassasiyeti olan insanın hakikat arayışını, dijital ortamda yaptığını varsayarsak, dijital hakikat arayışı çerçevesinde bir imtihandan geçtiğini söyleyebiliriz. Yoksa, ‘gerçek din’ arayışı çerçevesindeki imtihan, salt sosyal medya ortamında yapılmışsa kaybedilmiş bir imtihandır. Ama yine de, bu konuda hiç çaba yok demek, çaba gösterenlere haksızlık etmek olur. Kurum, kuruluş ya da kişiler bağlamında bu çabaların, bu mücadelenin, bu sınavı kaybetmek istemeyenlerin mücadelesine de tanıklık ediyoruz.” (islamvemedya.com, erişim: 10 Nisan 2015)
Atalarımızın dillendirdiği “Delikli demir çıktı, mertlik bozuldu” tesbitinin başka bir şekliyle karşı karşıyayız. Artık herkesin özel ‘face’ sayfası ve ‘site’leri var. Bu kolaylık, mahremiyetin tahribine de sebep oluyor. Elbette genelleme yapmak hakperestlik olmaz, ama hepimiz imtihanı kaybetme tehlikesi ile karşı karşıyayız.
Bu tehlikeye karşı ne yapılabilir? Kırmadan, dökmeden ve güzel bir lisan ile birbirimizi iyilik yolunda ve iyi yönde ikaz edebiliriz. “Ben yapmıyorum, başkası yaparsa bana ne” diyemeyiz. Tabiî ki enaniyetlerin kabardığı günümüzde, ‘ikaz’ların tesirli olması da zorlaşmıştır. Ama bu hastalığın tedavisi için de başka çare yoktur.
Medya ve mahremiyet meselesi muhtemelen önümüzdeki yıllarda da Türkiye’nin gündemini meşgul edecek. Bu bakımdan tedbir ve tedavi noktasında geç kalmamak gerekir. Birbirimizi uyaralım, ikaz edelim ve iyiliği tebliğ edelim. Mahremiyet duvarının yıkılması, çok kötü neticelerin ortaya çıkmasına sebep olabilir. İlahiyatçılar ve eğitimciler başta olmak üzere, herkesin ve hepimizin üzerine düşen görevler vardır. El birliğiyle bu tuzağa düşmemek için gayret sarfedelim.
Mahremiyetin korunması, ‘kalp’lerin korunması demektir, ihmal etmeyelim...