Birleşmiş Milletler’in (BM) kuruluş maksadına uygun çalışmadığı herkesin bildiği sır.
Bunun bir sebebi de kuruluşunda atılan yanlış temeldir. Bütün dünyayı ilgilendiren kararlarda “5 ülke”nin dediği olur. Böyle bir sistemin adil olması beklenebilir mi?
Birleşmiş Milletler’in, üye ülkeler arasında güvenlik ve barışı korumakla görevli en güçlü organı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’dir (BMGK). Bu konsey’de 15 üye ülke vardır. Bu ülkelerden beş tanesi “daimî üye,” on tanesi ise seçilmiş üye olarak görev yapar. Aynı zamanda Birleşmiş Milletler’in (BM) kurucu üyeleri olan Amerika, İngiltere, Fransa, Çin ve Rusya’nın ‘hayır’ dediği hiçbir karar uygulama imkânı bulamaz. Bu bakımdan BM sisteminin bu uygulamasına itiraz etmemek mümkün değil.
Neyse ki, sistemin yanlış olduğunu “5 daimî üye” de anlamak üzere. BM Genel Kurulu’nda “Sürdürülebilir Kalkınma için 2030 Gündemi”nin bütün ülkelerin onayı ile resmî olarak kabul edilmesi bu şekilde yorumlanabilir.
Kabul edilen hedefler arasında, 2030’a kadar bütün dünyada açlık ve aşırı yoksulluğu yok etme, insanlar, bölgeler ve ülkeler arasındaki eşitsizliği azaltma, iklim değişikliğiyle etkili mücadele, çevrenin korunması, cinsiyetler arası eşitlik, ekonomik büyüme, kaliteli eğitim ve herkese ulaşılabilir enerji sağlama gibi 17 genel konu bulunuyor.
Her defasında ifade edilmeye çalışıldığı üzere, aslolan bu hedeflerin hayata geçirilmesidir. BM’nin 17 madde olarak sıraladığı hedefler, ortak ‘insanî değerler’dir. Üye ülkelerin tamamının bu hedeflere destek vermesi iyiye alâmettir. Aynı zamanda, BM’nin şimdiye kadar yanlış yolda ilerlediği de söylenebilir.
Şimdiye kadar; “Dünyanın imkânları kıt/sınırlı, ihtiyaçlar sınırsız” denilerek bazı insanların ve bazı ülkelerin ‘ekmeğe muhtaç’ halde olması normal karşılanmış. Neticede dünyanın bir yanındaki insanlar açlıktan ölme noktasındayken, başka bir yerdeki bazı insanlar ‘tokluktan ölüm’e mahkûm olmuş durumdalar. Bu adaletsizlikte BM’nin sorumluluğu her halde inkâr edilemez.
Bütün dünyada açlık ve fakirliği ortadan kaldırmak, insanlar, bölgeler ve ülkeler arasındaki eşitsizliği azaltmak, ekonomik büyüme, kaliteli eğitim ve herkese ulaşılabilir enerji sağlama gibi önemli konular şimdiye kadar çoktan halledilmiş olması gerekmez miydi?
BM Genel Kurulunda kabul edilen 17 madde, aynı zamanda Bediüzzaman’ın defaatle tekrarladığı “Üç düşman” tesbitini de hatıra getiriyor. En büyük düşman olarak cehalet, fakirlik ve ihtilâfın sayılmış olması her halde tesadüf değildir.
1945 yılında kurulan Birleşmiş Milletler’in aradan yarım asır geçtikten sonra bu noktaya gelmesi yine de sevindiricidir. Bir ülke değil, bir bütün olarak insanlık istese, açlığı, fakirliği, ihtilâfları ortadan kaldırabilir. Dünyanın imkânları sınırlı da olsa, her insana yetecek kadar nimet vardır. Birileri israf etmese, birileri çalmasa, birileri gasbetmese ne fakirlik kalır ne de cahillik.
BM’nin insanî değerleri gündemine alması, üye ülkelerin tamamının bunlara destek vermesi insanlık adına sevindirici bir adım. İnşallah bu adımı, başka sevindirici adımlar takip eder.
Bundan sonra inşallah; ‘insanî değerler’e ehemmiyet verenler kazanacak, vermeyenler kaybedecek...