Gündemi meşgul etmemiş olsa da, bir “Kütüphaneler Haftası”nı daha geride bıraktık. Her yıl Mart ayının son Pazartesi ile başlayan hafta bu sene 30 Mart ile 5 Nisan 2015 tarihleri arasında kutlandı. Acaba gerçekten kutlandı mı?
“Kütüphaneler Haftası” ile ilgili kaç haber, kaç yazı, kaç açıklama okuduk? Elbette ‘resmi’ açıklamalar ve törenler yapıldı, ama kitap okuma ve bunun önemi; ‘Sevgililer Günü’nün binde biri kadar konuşuldu mu? Tabii ki okumak ve kitap denildiğinde eğitim ve okul akla gelir. Okuma alışkanlığı daha çok öğrencilik yaşlarında ve okullarda kazanılır. Çok önemli olan bu mesele, eğitim sisteminin özünde ve gündeminde yeteri kadar yer alıyor mu?
Kitap okumaya mani olan pek çok sebep var. En başta ‘sanal alem’ çocuklarımızı çok meşgul ediyor. Ancak, bu maniler var diye kitap okuma ve okutma alışkanlığını kazandırma çalışmalarına son veremeyiz. Peki ne yapılabilir? Pek çok defa gündeme gelmekle beraber, yeteri kadar ciddiye alınmayan çarelerden biri, okullarda “kitap okuma dersi/saati” uygulaması başlayabilir. Kusura bakılmasın, ama bazı dersler var ki ‘boş’ geçiyor. Çok sayıda seçmeli ders var ve onlar da arzu edilen faydayı vermiyor. Okullarda, bazı özel yetenek isteyen dersleri herkese aynı anda ve mecburen vermek yerine, kitap okuma dersi ihdas edilemez mi? Okuma saati ile ilgili özel uygulama yapan okullar vardır. Ancak bunu ayrı bir ders şeklinde sisteme yerleştirmek en iyi çaredir. Çocuklarımızı kitap okumaya alıştıracak ve kitap tiryakisi yaptıracak her yolu denemek lazım.
2015 yılındayız ve kütüphanesi olmayan okullar var! Bu durumu ‘normal’ kabul edenler, acaba neyi ‘anormal’ görür? Şunu da öğreniyoruz ki, devlete ait okulların yarıdan fazlasında kütüphane yokmuş! Kütüphane olan okul sayısı, kütüphane olmayan okullardan daha az. Önümüzdeki bu kötü tabloyu düzeltmedikten sonra başka hiçbir konuda konuşmaya hakkımız olmaz: Okul öncesinden liseye kadar 53 bin devlet okulunun sadece yüzde 34’ünde kütüphane var. (www.aljazeera.com.tr)
Elbette mesele kütüphane sayısı, kitap sayısının azlığı ya da çokluğu değil. Elbette yeterli sayıda ve her okulda kütüphane olmalı. İhtiyacı karşılayacak sayıda kitap da olmalı. Daha da önemlisi bu kitaplar okunmalı. Çocuklarımızın kitap okuma alışkanlığı kazanması için ne kadar gayret sarf edilse azdır. Türkiye’yi idare edenler de elbette bunu bilir, ama bilmez gibi davranıyorlar. Bazıları, “(Basılı) Kitap okumak tarihe karıştı. Artık kitaplar ceplerde, bilgisayarlarda, internette” diye düşünmüş olabilirler. Bir yönüyle doğrudur, ama eksik. Çünkü ‘sanal alem’ aynı zamanda başka tehlikelerle de dolu. Okuma niyetiyle sanal alemde tur atan çocuklarımız, çok kolaylıkla başka ‘zararlı’ adresleri ‘tık’layabilir. Bu bakımdan basılı kitapları ve kütüphaneleri ihmal edemeyiz.
Uzmanların dikkat çektiği başka bir nokta da, kütüphanelerin araştırma yapılan yerler olmasıdır. Araştırma ve inceleme olmadan ilim ve tekniğin gelişmesi mümkün olur mu? Kitap okumanın önündeki bir ‘bahane’ de basılı kitapların pahalı olmasıdır. “Cebinde 3 bin liralık telefon taşıyan biri, kitaba 100 lira veremiyorsa...” denilebilir. Doğrudur, ama bu bahaneyi ortadan kaldıracak çareler de bulmak mecburiyetindeyiz. Ücretsiz hediye kitap ve ‘al götür, oku getir’ gibi projeler mutlaka desteklenmeli.
Bu vesile ile gazetemizin açtığı “Zübeyir Gündüzalp Yarışması”nın konusunun ‘okumak” olarak tebit edilmiş olmasının ne kadar isabetli olduğu da anlaşılmış oluyor. Oku, oku, oku...