Orta yol ve itidal her zaman tercih edilir.
Her şeyin fazlasının zarar verdiği de bilinen bir hadisedir. İlâç bile ölçüyü ve haddi aştığında zehir olmaz mı? Aynı şey güç, kuvvet ve gereğinden fazla yetki için de geçerlidir.
Bir dönem otomobil lastiği reklâmlarında kullanılan, ama özünde çok isabetli olan bir tabir vardır: “Kontrolsüz güç güç değildir.” Buna rağmen insanların aşırı güç güzellemesi yapması, yetkileri bir kişide toplamaya çalışması bir ibretlik hadisedir. Bu yanlışın bir sebebi de sistemlere değil de kişilere önem atfetmekten kaynaklanıyor. Paranın, mevki ve makamın insanları ekseriyetle bozduğu son yıllarda sıkça görülen ve çokça da şikâyet edilen konulardan değil mi? O halde kişilere olması gerektiğinden fazla yetki vermek niçin tercih edilsin?
Bir nokta daha dikkatten kaçmamalı. Üstad Bediüzzaman’ın ifadesiyle, “Evet, bir millet cehâletle hukukunu bilmezse, ehl-i hamiyeti dahi müstebit eder.” (Münâzarât, s. 28)
Meselâ, “Bu kişi hamiyet ehlidir, iyidir, mütedeyyindir, milleti düşünür, başarılı bir yöneticidir” diye millet, cemiyet, toplum ‘hakkını, hukuku’ bilmez ve takip etmezse; ‘dindar’ olan o yönetici dahi müstebit, baskıcı, zalim olabilir. Bu bakımdan ‘yetki’ devrederken dikkatli olmak lâzım, gereğinden fazla yetki hiçbir kişiye verilmemeli. Bu mesele şahıslarla ilgili bir mesele değil, temel prensiplerden biridir. Ehli hamiyet, ‘dindar’ yöneticiler bile müstebit olabildiğine göre işler mümkün olduğunca daha çok kişinin reyine, aklına, kanaatine dayanacak şekilde meşveretle yürütülmeli.
Türkiye’de belli başlı yetkilerin bir makamda toplanmaya çalışılması itiraz görüyor. İtalya Dışişleri Bakan Yardımcısı Mario Giro, “Il Manifesto” gazetesine verdiği mülâkatta, “Daha da fazla güç sahibi bir başkanın olduğu sistem, Türkiye’nin AB’ye girme talebiyle örtüşmüyor. (...) (İtalya ile Türkiye arasında) mevcut cumhurbaşkanının ötesinde bir tarihî dostluk bağı var… Türklerle açık şekilde diyalog kuruyoruz, hemfikir olduğumuz konuları da olmadığımız konuları da dile getiriyoruz. Türklerin, AB üyeliğinin bir dizi haklara saygı göstermekten geçtiğini dikkate almaları koşuluyla İtalya Türkiye’nin üyeliğine her zaman destek verdi. Ancak aksi yönde yasa değişiklikleri olursa Avrupa, Türkiye’den uzaklaşır” demiş. (www.bbc.com, erişim: 13 Ocak 2017)
Muhtemelen bazı kişiler yapılan ‘tesbite’ değil de, yapanın kimliğine bakarak, “Onlar ne hakla bize karışır? Biz istediğimiz kararları alırız. Kendi işlerine baksın” diyebilir ve yine ihtimal dahilindedir ki böyle bir çıkış iyi de alkış alır. Ancak kim olursa olsun önce yapılan tesbite bakmak lâzım gelmez mi? Bu sözde, bu tesbitte bir yanlışlık varsa itirazı hak eder. Tesbit doğru ise, tesbiti yapanın kimliği sebebiyle reddetmek doğru olur mu? “Evin yanıyor” diyene, “Sen kendi evine bak!” mı denilir yoksa, eğer ev yanıyorsa “Hatırlatmanız için teşekkür ederiz” mi denilir? Ev yanmıyorsa, evin yanmadığı gösterilir mesele biter.
Yapılmak istenen düzenlemeler kişilerden tamamen bağımsız olarak düşünülmeli ve mesele hadiseler ve sistemler üzerinden tartışılmalı. Yeni düzenlemelere destek olanlar prensipler bazında hadiseye bakmadığı için “Bu yetkiler bir başkasının eline geçerse ne olur?” sorusundan ürküyor, kaçıyor ve duymazdan geliyorlar.
Dünyaya adalet timsali olan Hz. Ömer’i kontrol edip hesap soran sahabeleri akıldan çıkarmayalım. Türkiye’nin menfaati, kontrol edilebilir güçten yanadır.