Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu Başkanı Mogens Lykketoft, dünyada 60 milyon kişinin evsiz olduğunu, 700 milyon insanın da aşırı yoksulluk, fakirlik içinde yaşadığını açıklamış.
60 milyon insanın evsiz, 700 milyon insanın aşırı fakir olması; her halde dünyanın birinci meselesi olmalı. Hatta uluslar arası kuruluşlar başka işleri bir yana bırakıp, bu yaraya, bu derde acil çare aramalı ve bulmalı.
Ev, insanlar için en temel ihtiyaçlardan biri. 60 milyon insanın evsiz, hele hele 700 milyon insanın ‘aşırı fakir’ olduğu bir dünyada barış ve huzurun olması mümkün olur mu? Aşırı fakir olan insanları bir araya gelse, dünyanın en kalabalık nüfusa sahip ülkelerinden biri olur. “700 milyon”u sadece rakam olarak görmek ve bu fakirliğin mahiyetini anlamaya çalışmamak tam bir ‘kıyamet alâmeti’ olur.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Başkanı Mogens Lykketoft’un bu rakamları sıraladıktan sonra dikkat çektiği bir nokta daha var. Bu insanlık krizi en başta Türkiye olmak üzere Lübnan ve Ürdün’ün üzerinde baskı oluşturuyor. Türkiye’ye yaklaşık 3 milyon mülteci, muhacir ya da sığınmacının çok kısa bir zaman zarfında gelmesi başka problemlerin doğmasına da sebep oldu. Hem Türkiye’yi idare edenler, hem de dünya idarecileri hadisenin bu yönünü de görmek durumundadır.
Mısır’da açıklama yapan BM Genel Kurulu Başkanı Mogens Lykketoft, Eylül 2016’da düzenlenecek ‘sığınmacılar ve göçmenler zirvesi’nde evsiz insanlar meselesine çözüm bulmak amacıyla dünya liderlerine baskı yapmak gerektiğini de dile getirmiş. (AA, 28 Mayıs 2016)
Lykketoft’un dillendirdiği bir tesbit de ayrıca dikkat çekici. BM yöneticisi Lykketoft; Suriye’yi, Libya’yı, Yemen’i ve bazı Sahra Altı Afrika ülkelerini tahrip eden çatışmalar ve istikrarsızlığın, kısmen bazı liderlerin verdiği kararlar ile küresel ve bölgesel güçler arasındaki gittikçe artan güven yoksunluğundan kaynaklandığını söylemiş.
Evet, hadisenin ‘püf noktası’ burası: “Küresel ve bölgesel güçler arasındaki gittikçe artan güven yoksunluğu” bazı ülkeleri daha fakir, daha huzursuz ve daha yaşanmaz hale getiriyor. Bir bakıma “Filler (büyük devletler, bölgesel güçler) çarpışıyor, ‘çimen’ler (küçük devletler) eziliyor.”
TÜBİTAK Başkan Yardımcısı Orkun Hasekioğlu, da “Birleşmiş Milletler (BM) En Az Gelişmiş Ülkelere Yönelik İstanbul Eylem Programı Toplantısı’nda yaptığı açıklamada, “Teknoloji bankası, en az gelişmiş ülkeler olarak adlandırılan 45 ülkeyi hedefliyor. 45 ülkenin üçte ikisi, 30, 35 kadarı Müslüman ülkelerdir. Dolayısıyla bu ülkelerin kalkınması, teknolojik olarak bilim ve inovasyon alanında ileri noktaya gelmesi bizleri de birinci noktadan ilgilendiriyor. Ana hedefimiz, gelişmiş ülkelerde oluşmuş teknolojinin, fikrî mülkiyet haklarının gelişmekte olan veya az gelişmiş ülkelere aktarılmasıdır” demiş. (AA, 28 Mayıs 2016)
Dünya üzerindeki 45 “En az gelişmiş ülke”den 30 ya da 35 tanesinin “Müslümanların yaşadığı ülkeler” olması “İslâm dünyası” açısından çok ciddî bir dert değil mi? Bu tablo, “İsfat şebekeleri”nin asıl planlarını İslâm dünyası üzerinde yaptığını göstermez mi?
Tabiî ki çare bu planları yapanlara kızmak değil. Onlara rağmen; san’at, marifet/bilgi ve ittihad/birlik gücüyle karşı koymak durumundayız. Aksi halde bu tablo, başka sebep olmasa bile kıyametin kopması için yeter sebeptir.