Gazetelerde yer alan bir haber, zaman değişse de dertlerin pek değişmediğini gösteriyor.
Habere göre bir ilimizde, Eylül ayı başlarında tertiplenen ‘terörü protesto eylemi’ sonrasında kızgın kalabalıklar bir kitabevini de ateşe vermişler.
Hadisenin ayrıntıları bir yana bırakılacak olursa, işin içinde bir provokasyon olduğu aşikârdır. Kitabevini ateşe vererek kitapları yakanların ya da bu düşüncede olanların bir yanlışı da, “Birisinin hatası ile bir başkası, kardeşi dahi olsa mesul olmaz” prensibini göz ardı etmeleridir. Suçun şahsiliği prensibi unutulunca maalesef böyle yanlışlar oluyor.
Ülkemizde ‘kitap düşmanlığı’ bugünün meselesi de değildir, epey eskilere dayanır. Bilhassa, 1950 öncesi ‘Tek Parti’ devrinde kitap okuyan insanlar suçlu muamelesi görmüştür. “Suçlu” ilân edilip yakılan kitapların arasında Kur’ân-ı Kerîmler, tefsirler, dinî eserler olduğu tarihçe sabittir. Bir yandan kitap okumamaktan şikâyet edip, öte yandan da insanlar ‘dinî kitap okuyor’ diye hapishanelere atılmıştır. Tek parti devri idarecilerinin baskısı sebebiyle ellerindeki Kur’ân’ı ve dinî kitapları topraklara gömen, samanlıklarda saklayan hatta evlerinin duvarlarına gizleyenler olmuştur. Bu hatırlatmalardan rahatsızlık duyup, “Öyle şeyler olmamıştır” diyenler çıkabilir. Bu itirazları dile getirenleri ‘dede’lerini dinlemeye ya da konu hakkında yazılan hatıra kitaplarına bakmalarını tavsiye ederiz.
Bazı kitapların gençliğe ve insanlığa inançsızlık aşıladığı doğrudur. Hatta, gençliği müstehcenlik bataklığına sürükleyen, daha fenası ‘uyuşturan’ kitaplar, dergiler, yayınlar da vardır. Kitap demek ‘fikir’ demek olduğuna göre, bunlarla mücadele de mukabil kitaplarla, ‘fikir’lerle olmalıdır.
İnsanları yanlış yollara sevk eden kitaplara ve fikirlere karşı en güzel cevabı Bediüzzaman Hazretleri vermiştir.
Telif ettiği kitaplarla ve insanlara ulaştırdığı fikirlerle. Meselâ, ahiret inancını inkâr eden kitaplara karşı “Haşir Risalesi”ni telif etmiştir. Aynı şekilde gençleri ‘kötü yol’a sevk etmek için kitap ya da dergi neşredenlere karşı “Gençlik Rehberi”ni telif etmiş. Kötülüklere ve kötülere karşı hakikî mücadele budur. Yakarak, yıkarak, yasaklayarak bir yere varmak mümkün olsaydı, ‘Din öldürülecektir’ anlamında karar alanlar bunu yapabilirdi. O halde ‘yanlış’ fikirlere karşı çıkmanın yolu ‘doğru fikir’leri dile getirmektir.
Bu mesele İslâm âleminde tam anlaşılamadığından provokasyonlara yol açılıyor. Çizilen bir karikatür, yazılan bir kitap, neşredilen bir haber ‘ehl-i tahlik olmayan’ insanları harekete geçirip ‘İslâma gölge’ olan hareketlere sevk edebiliyor. Böylelikle o kitabın, derginin tirajının artmasına, daha çok kişi tarafından merak edilmesine de vesile olmuş olunuyor. Bunun yerine, ileri sürülen ‘yanlış fikir’ler ilmen çürütülse daha isabetli olmaz mı? Güneş balçıkla sıvanamayacağı gibi, doğru fikirleri de hiçbir kuvvet susturamaz. İslâm dünyası, yapılan hücumları bu şekilde yorumlasa ve doğruları ortaya koysa çok daha isabetli olur.
Elbette bunun yolu da; aklı ve kalbi ikna edebilen bir eğitim sistemiyle mümkün olur. Tahriklere kapılmadan, yanlış fikirleri, doğru fikirlerle çürütmek en iyisi. İslâm’ın ortaya koyduğu ‘orta yol’ da bunu icap ettirmez mi?