Türkiye’yi idare edenler faize savaş açmış görünüyorlar, ama neticeye bakıldığında bu savaşta pek de başarılı oldukları söylenemez.
Faiz büyük bir derttir, ama buna karşı sadece sözle değil, icraatla itiraz etmek gerekir. Her gün ‘Faiz lobisi var’ denilip bunlara karşı tedbir alınmasa faizler düşer mi?
Tartışmaya bile gerek yok ki faiz ‘yüksek ateş’ gibi bir neticedir. Hasta olan insanlar ekseriyetle ‘ateş’lenir. ‘Yüksek ateş’e karşı gerekli tedbirler alınmaza, ‘ateş düşürücü ilâç’lar kullanılmasa hastanın şifa bulması kolay olmaz. Yüksek ateşe kızıp da ateş düşürücü ilâç içmeyenin hali ile ‘yüksek faiz’e kızıp, gerekli ekonomik tedbirleri almayanın arasında hükmen bir fark yoktur. Böyle durumlarda ne yüksek ateş düşer, ne de yüksek faiz. Hastanın iyileşmesini isteyen doktor reçetesine ‘ateş düşürücü ilâç’ yazmalı ve hasta da bu ilâcı ‘bismillah’ diyerek içmeli. Başka çaresi yok.
Türkiye’nin içine düşürüldüğü faiz batağıyla ilgili bir haberde şöyle denilmiş: “IMF’nin 2001 krizinde faiz lobileriyle hareket ederek temelini attığı ‘Piyasa Yapıcılığı Sistemi’ aynen devam ediyor. Hazine, borçlanma ihtiyacını sadece 13 bankadan karşılıyor. Anlaşma nedeniyle imtiyazlı 13 bankaya ödenen faiz miktarı 17 yılda 708 milyar liraya ulaştı. Türkiye IMF ile anlaşmasını resmî olarak 2008 yılında bitirdi. Ancak 2001 krizi sürecinde, IMF’nin faiz lobileriyle ortaklaşa hareket ederek temellerini attığı, ‘Piyasa Yapıcılığı Sistemi’ aynen devam ediyor. (...) Batak durumdaki Yunanistan’ın bile yüzde 1 maliyetle borçlandığı bir dönemde, Hazine Müsteşarlığı’nın 17 Ocak 2018’de açtığı devlet borçlanma ihalesine faiz oranının yüzde 13,53 ile son 9 yılın en yüksek seviyesine tırmanması tartışma meydana getirdi. Türkiye’nin teröre karşı Afrin harekâtını gerçekleştirdiği ortamı fırsata çevirmek isteyen faiz lobisi, 2001 krizi sırasında oluşturduğu yapılanmalar sayesinde faizleri yükseltecek mekanizmaları hâlâ elinde bulunduruyor.” (Yeni Şafak, 11 Şubat 2018)
Mevcut tablo ile ilgili değerlendirmeler de dikkat çekici. Türkiye’de kemikleşen “faizsiz bir ekonomi mümkün değil” algısına eleştiriler yönelten MÜSİAD Genel Başkanı Abdurrahman Kaan, öncelikli olarak bu algının yıkılması gerektiğini ifade etmiş.
İstanbul Ticaret Borsası Başkanı Ali Kopuz da, bu kadar yüksek faizlerle kimsenin yatırım yapamayacağına dikkat çekip şöyle demiş: “Devletin yanında olması gereken kamu bankalarının özel bankaların bile önüne geçerek kâr yarışına girmesi düşündürücü.”
Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci de “Yatırımın ve üretimin önündeki en büyük engel faiz. Para maliyeti de yüksek olduğu için yatırım ve üretim yapmak cazip değil. Bu aynı zamanda ihracatçının da önündeki en büyük engel” diye konuşmuş.
Yapılan bu tesbitlere kim itiraz edebilir? Türkiye’nin (Hazine’nin) 17 yılda 708 milyar lira faiz ödemiş olması hem kabul edilemez hem de itirazı hak eder. Ancak bütün bu tesbitlerde unutulan bir nokta var: Bu yanlışa, yanlışlara kim imza adıyor? Daha açık hatırlatalım: Bu tablonun mes’ulü, sorumlusu, sebep olanları kimdir, kimlerdir? Sorumlu olanları görmeyip sadece ‘tablo’yu ortaya koymak ve hayali ‘lobi’lere kızmak, onları eleştirmek meselemizi çözer mi?
Niçin 2001’de kurulan ‘tuzak’ bunca yıl devam etti ve ediyor? Hemen her işe el atanlar, bu ciddî meseleye niçin el atmazlar? Niçin işlerini doğru dürüst yapmazlar?
17 yılda verilen 708 milyar lira faizin sorumlusunun kim olduğunu sorup cevabını almadan faiz lobisini çökertmek mümkün değil. Ne kendimizi ne de milleti kandırmaya gerek yok vesselâm...