Çok kısa sürede çok fazla mülteci kabul etmekle haklı olarak övünüyoruz.
Birleşmiş Milletler ya da benzeri kuruluşların yöneticileri her fırsatta Türkiye’yi bu noktada övüp, takdir ettiklerini ifade ediyorlar. Başka konularda Türkiye’yi eleştirenler dahi sıra mültecileri kabul noktasına gelince hakkı teslim ediyor ve “Biz bunu yapamazdık. Türkiye yaptı, tebrik ederiz” diyorlar.
3 milyona yakın Suriyeli mülteciyi kabul etmiş olmak ve onlara her türlü maddî imkânı sağlamış olmak elbette çok önemlidir ve dünya da bu durumu görüp takdir etmiş durumda. Fakat sadece mülteci kabul etmiş olmakla övünebilir miyiz? Mültecilerin beraberinde getirdiği meselelere ne ölçüde hazırız, hazır olmak icap etmez mi?
İstanbul’da düzenlenen bir programda “Göç ve mültecilik” meselesi konuşulmuş ve Türkiye’nin karşı karşıya olduğu meseleler tartışılmış.
Fatih’teki Ali Emiri Efendi Kültür Merkezi’nde düzenlen “Göç ve mültecilik” paneline konuşan İstanbul Üniversitesi (İÜ) Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Yusuf Adıgüzel, göç ve mültecilik meselesinin son dönemlerde çok konuşulan konular arasında olduğunu belirterek, göçlerin gönüllü olması gerektiğini, kimsenin zorla yurdundan ayrılmak zorunda bırakılmaması gerektiğine dikkat çekmiş. Türkiye’nin bulunduğu konum itibariyle kesişim noktasında olduğunu dile getiren Adıgüzel, “2. Dünya Savaşı’ndan sonra mültecilikte ulaşılan en yüksek rakamdayız şu anda. 65 milyonun üzerinde insan zorla yerinden edilmiş durumda. Bu rakam gittikçe artıyor” tesbitini dile getirmiş.
“Farklı etnik gruplardan gelen kişilerin ilk başta Türk toplumuyla uyum sorunu yaşaması ya da tepkiyle karşılanması son derece normal olarak görülmeli” diyen Adıgüzel, “Türkler Almanya’ya gideli 65 yıl oldu. Hâlâ Almanya’daki Türklerin uyum sorunu gündemin birinci maddesidir” demiş.
Uluslararası Mülteci Hakları Derneği Başkanı Avukat Uğur Yıldırım ise 65 milyon mültecinin ağırlıklı olarak Müslüman olduğunu ifade ederek, Türkiye’nin hızlı ve büyük bir göç akımıyla karşı karşıya kaldığını, tarih boyunca göç almasına rağmen 2013 yılına kadar mültecilikle ilgili yasal bir politikasının olmadığına dikkat çekmiş.
Yıldırım, “Dünyanın en fazla mültecisine sahip ülkeyiz. Bizim bunu geçiştirme şansımız yok. Avrupa’daki ülkelere gittiğimizde 40-50 binli sayıları bile dehşet içinde telâffuz eden bu ülkelerde bahçelerde, parklarda bile çizgi film gösterilerek Almanca öğrensin diye mücadele veriliyor. Çalışıyorsa, çalışma hayatının içine sokuluyor. Mesleği yoksa, meslek edindirme kurslarına gönderiliyor. Eğitim çağındaysa, eğitiliyor. Yani sistemin içine entegre ediliyor. 500 bin mülteci çocuk okula gidemiyor. Kayıp bir nesil geliyor” diye konuşmuş. (AA, 16 Eylül 2017)
500 bin mülteci çocuğun okula gidemiyor olması, bugün için değilse de yarın için çok büyük problemlere sebep olmaz mı? ‘Kayıp nesil’ olarak tarif edilen bu duruma karşı bugün gerekli tedbirler alınmazsa yarın geç kalmış olmaz mıyız?
Hamaseti bir yana bırakalım ve dertlerimize birlikte çare arayalım.