3 Şubat, Almanya’ya Türkiye’den iş gücü göçünün önemli olaylarından kabul edilen Köln Katedrali’nde bayram namazı kılınışının 50’nci yıl dönümüymüş. Türkiye o gün olduğu gibi bu gün de böyle meseleleri gündemine taşıyamıyor nedense.
Deutsche Welle’nin konu ile ilgili haberinde şu bilgiler var: “Almanya’ya Türk işçi göçünün önemli olaylarından biri olarak görülen bu olay, Katedral yönetiminin özel izniyle 3 Şubat 1965’teki Ramazan Bayramında gerçekleşti. Katedral’in kuzey bölümünde kıbleye doğru seccadeler serilerek duvarlardaki resim ve heykellerin üzeri brandalarla kapatıldı. Göçün ilk yıllarında cami bulunmayan Köln’de, neredeyse tamamı Türk işçilerinden oluşan Müslümanların talepleri üzerine Katedral yönetimi tarihi bir karara imza atarak bir kereliğine katedralde namaz kılınmasına izin verdi. Müezzinin ezan okumasının ardından imam sayıları yüzlerce olduğu ifade edilen cemaate namaz kıldırdı. Köln’ün ilk Türkleri, namazdan sonra aralarında bağış toplayarak kilisenin bakımına harcanmak üzere Katedral yönetimine verdi. Türklerin bu jestinden dönemin gazeteleri övgüyle söz etmişti. (...) Vatikan’a bağlı Katedral’de namaz kılınması o dönemde de çok tartışıldı.” (http://www.dw.de, 3 Şubat 2015)
Köln Katedralinde kılınan ilk bayram namazı elbette çok önemlidir, ama aynı zamanda idarecilerimizin gurbetçilere ilgisiz kaldığını da göstermez mi? Sadece işçi gönderip, onların ihtiyaçlarını dikkate almayan, gerekli hazırlığı yapmayan bir idare ve irade milletle barışmış sayılır mı? Gurbetçilerimizi uzun yıllar sadece döviz kaynağı olarak görmek, onlara büyük bir haksızlık değil mi? İşçilerimiz gurbet ellere gitmeden ibadet ihtiyaçları düşünülüp camiler ya da mescitler yapılamaz mıydı? İdarenin ve iradenin cami yapmasından vazgeçtik, bari gölge etmeseydi, engel olmasaydı. Maalesef uzun yıllar cami yapmak isteyen işçilerimize bile engel olan, onları Avrupa’da bile ‘fiş’leyen bir yerli anlayış hükmetmiştir.
Tabiî ki Almanya başta olmak üzere gurbete giden işçilerimizin sadece ibadet ihtiyaçları değil, her türlü insanî ihtiyaçları da ihmal edilmiştir. Bu ihmalin gittiği ülke yöneticileri tarafından ziyade, Türkiye tarafından ihmal edildiğini görmek lâzım. Bu ihmalin en büyük yarası da, eğitim konusunda olmuştur. Haklarını bilmeyen, öğrenemeyen ve savunma imkânı da olmayan gurbetçilerimizin çocukları, ekresiyetle ‘zeki değil, başarılı olamaz” denilerek üniversiteler yerine meslek liselerine yönlendirilmiştir. Bu günkü duruma bakıp, “İşçilerimiz Avrupa’da, dünyada ‘patron’ oldu” diye düşünmeyelim. Doğrudur, pek çok ülkede işçilerimiz ‘patron’ oldu; ama ilk nesil bunun için büyük faturalar ödedi.
Keşke Türkiye’yi idare edenler, gurbete gidenlere sadece döviz gönderen işçi olarak bakmasaydı. Keşke, onların hem ibadet, hem de diğer sosyal ihtiyaçlarını karşılayacak planlarımız, programlarımız olsaydı...
Diyebilirsiniz ki, “Böyle bir plan ve program ülkemizde yokken, nasıl başka ülkelerde olsun, kim düşünür böyle bir şeyi?” Haklısınız, ama bu haklılığınız ‘bedel ödeyen gurbetçiler’in problemlerine çare olmuyor ki!
1961’de başlayan Almanya’ya göçün üzerinden bunca yıl geçti, Türkiye kamuoyu, göçün neler getirip neler götürdüğünü tam olarak tartışabilmiş değil. Katedralde namazın 50. yılı bu tartışmalar için bir vesile olsun ve o dönemde yapılan yanlışlardan ders ve ibret alınsın. Halen devam eden yanlışlar varsa, bu yanlışlara bir an önce son verilsin ve gurbetçilerin gönlü de alınsın.
Bunu yapamadıktan sonra “Büyük Türkiye” olabilmek mümkün mü?