Avrupa Birliği’ne üyelik söz konusu olduğunda, ortaya atılan sözlerin nerede başlayıp nerede bittiğini tesbit etmek bile zorlaşmaktadır.
Bir bakıyorsunuz, Türkiye’yi idare edenlerin tamamı ülkemizin bir an önce AB’ye üye olması icap ettiğini ifade ediyor. Aradan bir iki gün ya da bir iki ay geçince; esen başka bir rüzgâr sonunda bu defa tam aksi beyanlar duyuluyor. Neticede millet de şaşıp kalıyor: Türkiye, AB’ye üye olmak istiyor mu istemiyor mu? Türkiye’nin, AB’ye üye olması milletin menfaatine mi değil mi?
Elbette bu gel-gitler sadece bu günün meselesi değil. Ülkemizin AB yolculuğu başlı başına incelenmesi icap eden bir yolculuktur. Gün gelmiş en yakın olmuşuz, gün gelmiş uzaklara gitmişiz. Neticede, yarım asrı aşan bir macera ortaya çıkmış.
Türkiye’nin AB’ye üye olmasının ‘iyi’ olacağı ekseriyetle kabul gören bir kanaattir. Üyelik sebebiyle muhtemel zararların olması da mümkündür, ama neticede iyi ve kötü dengesine bakılır. “AB’ye üye olursak, oradaki fenalıklar içimize girer” gibi bir kanaat belki 40 yıl önce bir anlam ifade ederdi. Ancak gelişen teknoloji sebebiyle “AB’deki anlayış” zaten içimize girmiş durumda. Hangi fenalık var ki, sınırlarımızda kalmış; içeriye girmemiş? Aksine, “Bazı iyilikler uzakta kalmış, sınırda bekletiliyor” demek daha doğru.
Bu mesele gündeme geldiği her defasında ifade ettiğimiz gibi tekrarlamak durumundayız ki, “Gözümüzü kapayalım. AB’ye girelim. İstedikleri her ‘kötü’lüğü de kabul edelim” demiyoruz. Varsa ‘kötü’ istekleri ve ‘şart’ları onları kabul etmeyelim ve aynı zamanda onların ‘kötü’ olduğunu onlara da izah edelim. Netice ‘ilâhî tabiî hukuk’ ve ‘insaniyet-i kübra’yı kim reddedebilir? Fıtrat dini olan İslâmın güzelliklerini, uygun lisan ile anlatabilsek Avrupalılar da kabul etmez mi? Zaten Türkiye’nin AB’ye üye olmasının bir sebebi ve maksadı da bu olmalı. “AB’ye üye olalım, zengin olalım” devri çoktan geçti. “AB’ye üye olalım, onları da ‘fıtrat’a dâvet edelim” demek daha isabetli olur.
Türkiye’yi idare edenlerin kararsızlığı ya da gerçek ve inandıkları samimî düşüncelerini, kararlarını ilân etmemeleri milletin aklını karıştırıyor. Devlette devamlılık esas olduğuna göre; “Türkiye, AB’ye üye olmaya karar vermiştir. Şartlarını yerine getirmek için gayret edececeğiz. Bu bir ‘devlet’ kararıdır” diyen idarecilerin, sonraki günlerde/yıllarda, “AB olmasa da olur. AB’ye üye olmaya mecbur değiliz. Onlar bize uysun, onlar bizden ders alsın. Onlar da kim oluyor!” anlamında beyanlarda bulunmaları doğru olabilir mi? Bir ileri iki geri anlayışıyla Türkiye’nin AB’ye üye olması kolay değil. Milleti bu şekilde yanılttıktan sonra “AB’ye üye olmak isteyenlerin nisbeti/sayısı azaldı. Millet istemiyor” demek gerçekleri yansıtır mı? Hem AB üyeliği için gerekli şartları yerine getirmeyip, hem de “Bizi, Müslüman olduğumuz için AB’ye almıyorlar” demek milleti yanıltmak anlamına gelmez mi?
Mümkündür ki AB yöneticileri, Türkiye’yi “İslâm ülkesi” olduğu için AB’ye almak istemesin. Böyle davranan AB yöneticileri olsa bile, tam aksi yönde görüşte olan ve Türkiye’nin, AB üyesi olmasını samimî olarak isteyen AB yöneticileri de mutlaka vardır. Malûmdur ki Avrupa tek bir blok değil, “Avrupa iki”dir. Bu sebeple Türkiye, “birinci Avrupa”yı muhatap almalı ve Türkiye’nin AB’ye üye olmasını istemeyenlerin “ikinci Avrupa”ya mensup olduğunu bilmeli.
Türkiye’yi idare edenler lütfen samimî olup karar versinler. AB’ye üye olmak istiyorlarsa lüzumsuz ‘rest’lere son versinler. İçeride başka, dışarıda başka beyanlar itibarımızı havaya uçuruyor, bu da görülsün...