Bir günü değil, bin günü düşünmek gerektiğini tecrübeli olanlar her fırsatta hatırlatıyor.
Bu yönde bir hatırlatma da TÜSİAD Başkanı Erol Bilecik’ten gelmiş. Tabiî ki temennimiz bu hatırlatmaların dikkate alınması yönünde.
Türk Sanayicileri ve İş Adamları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Erol Bilecik, “Fortune 500 Türkiye 10. Yıl Ödül Töreni”nde yaptığı konuşmada, Türkiye’nin, içinde bulunduğu coğrafyanın getirdiği riskleri ve siyasî belirsizlikleri aşabilecek güce sahip bulunduğuna dair inançlarının tam olduğunu ifade edip ikazını da yapmış: “Ancak memnun olmanın yetmediği, göz kamaştırmamız gereken bir dönemdeyiz. Bunun sırrı da büyüme performansının sürdürülebilir, kaliteli ve sağlıklı bir kompozisyona sahip olmasından geçiyor. Yılın ilk yarısında ekonomiye çok önemli bir ivme verildi. Şimdi bu kazanılmış zamanı kalıcı ve sağlıklı reformları yapmak için kullanmamız gerekiyor. İktisadî olarak alınmış kararlar yeteri kadar etki etmez. Ekonominin yeni yol haritasından en belirgin pozitif etkiyi demokrasi, hukuk sistemi, temel hak ve özgürlük alanlarında kaydedilecek gelişmeler yapacaktır. Ayrıca reformların başarısı için toplumsal desteği pekiştirecek ve Türkiye’nin uluslar arası saygınlığını, çekim gücünü ve marka değerini yükseltecek iletişim stratejisine de ihtiyacımız var.” (AA, 6 Ekim 2017)
Başka kelimelerle de olsa başka uzmanlar da TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı’nın tesbitlerini destekleyen açıklamalar yaptılar. Hakikaten Türkiye’nin görmesi gereken ve tabiî ki çözmesi gereken temel meselelerinden biri de budur: Demokrasi, hukuk sistemi, temel hak ve özgürlük alanlarında kaydedilecek gelişmeler yapmak.
Elbette hak, hukuk ve adalet hatırlatmasından memnun olmayanlar da vardır. Onlara göre hukuk ve adalet olmasa da işler yürür. Ya da hukuk ve adaletin karın doyurmayacağını iddia ederler. Oysa dünya tarihi de şahittir ki hak, hukuk ve adaletin olmadığı yerde uzun dönemli zenginlik de olmaz. Olsa da bu zenginlik belli kişilerin inhisarında olur. “Türkiye’nin uluslar arası saygınlığını, çekim gücünü ve marka değerini yükseltecek iletişim stratejisine” idarecilerin de ihtiyacı vardır. Marka değeri yüksek olan bir ülkeyi temsil etmek onları çok daha güçlü hale getirmez mi?
“İktisadî olarak alınmış kararlar yeteri kadar etki etmez” tesbitini iş dünyasının temsilcilerinin yapmış olması da ayrıca dikkat çekicidir. Alınan kararların etkili olabilmesi için de açıklık, şeffaflık ve hesap sorabilme imkânlarının olması gerekir. “Karar aldık ekonomi düzelecek, karar aldık ihracat artacak, karar aldık itibarımız yükselecek” sözlerinin gerçek hayatta bir karşılığı olamadığı bin defa görüldü. Bu bakımdan kalıcı reformların yapılmasını ertelemek en başta Türkiye’ye haksızlık anlamına gelir.
Son yıllarda ülkenin çok talihsiz olaylar yaşadığına da işaret eden TÜSİAD Başkanı Bilecik, “Artık bunları geride bırakmamız ve normalleşmemiz gerekiyor. (...) Güvenlik ve özgürlükler normalleşmeye dönük olarak birbirini tamamlayan öncelikler. (...) Büyümenin ötesinde, gerçek anlamda kalkınmak istiyorsak ekonominin yanı sıra yargı, vergi, eğitim ve güvenlik dahil olmak üzere kurumlarımızı güçlendirmeliyiz” değerlendirmesinde bulunmuş.
Bu tesbitler özet olarak “Önce ekmek değil, önce hürriyet” anlamına gelmez mi?