Dün, ülkemizde yaşayan milyonlarca kişi ‘rey’ini izhar etti ve tercihini ortaya koydu. Seçim yarışına giren siyasi partiler başta olmak üzere herkes bu tercihin tahlilini ve değerlendirmesini yapacak ve yapmalı.
Elbette bu değerlendirmeler bir günlük bir mesele değil. 4 yılda bir yapılan seçimin değerlendirmesi de uzun sürer ve sürmeli.
Önceki yıllarda olduğu gibi bu defaki seçimde de sandık başlarında dikkat çekici tablolar oluştu. Yaşlısı, genci, kadını, erkeği hemen herkes sandık başına koştu. Yürümekte zorlanan yaşlılar, tekerlekli sandalye ile yola çıkanlar ve hatta ambulans ile sandık başına gidenler oldu. Bu tablo, seçimlere verilen önemi göstermesi bakımından dikkat çekiciydi.
Her seçim döneminde olduğu gibi bu defa da ortaya konulan ‘tercih’leri iyi okuyabilen kazanacak. Seçime giren partilerin millete küsme gibi bir lüksü yok. Milletin ortaya koyduğu tablodan ders alıp, bir sonraki seçime hazırlanmak onların vazifesi.
Gereğinden fazla tartışmalı bir seçim dönemi geride kaldı. Bu gerginlik bir kişinin değil bütün bir milletin kaybetmesine sebep oldu ve oluyor. Oy kullanarak tercihleri ortaya koymak önemlidir, ama neticede bu bir seçimdir. Bu ‘sebep’e gereğinden fazla önem atfetmek yanlış olmaz mı?
Her seçimde olduğu gibi bu defa da kazanan ve kaybedenler olacak. Bununla birlikte, gerçek anlamda ‘kazanan’ın kim olduğunu geçen zaman tefsir edip ortaya koyar. Bugün için ‘kazandım’ diye sevinenlerin yarın pişman olması mümkün olduğu gibi, ‘kaybeden’lerin de “İyi ki bu ‘ateşten gömleği’ biz giymedik” demesi ihtimal dahilindedir.
Siyasetçilerin kendi siyasi kavgalarını devam ettirmesi anlaşılır olsa bile, ‘büyük düşünen’lerin bu kavgalara fazla zaman ayırması doğru olmaz. Cemiyeti saran büyük bir yangın var ve içinde evladımız tutuşmuş yanıyor. Böyle bir tablo karşımızda varken, ‘çakıl taşı’ kadar ehemmiyetli olmayan bir meseleye takılıp kalmak mümkün mü?
Türkiye’nin değişmeyen gündemleri vardır. Seçimler gelir geçer, ama bu gündemler kalıcıdır. En başta çocuklarımız ve gençlerimiz, müstehcen yayınların saldırısına maruz kalmış durumda. Eğitim meselesi başlı başına bir dert. Aile, çatırdamış, yıkılmak tehlikesi geçiriyor. Kalıcı gündemlerimiz olan bu meseleleri halletmeden, kim ‘kazandım’ diye sevinebilir?
Evet, başımıza “Kazanmak ve kaybetmek davası” açılmış haldeyiz. Günlük tartışmaların bu gerçeği görmemizi engellememesi gerekir. Her şeyi olduğu gibi vasıflandırmak durumundayız.
Türkiye, seçim, sandık ve meydan tartışmalarını geride bıraktığına göre, kalıcı gündem maddeleri üzerinde yoğunlaşmak durumundadır. Sandıktan çıkan tablo ne olursa olsun, en kısa zamanda darbe anayasası değiştirilmelidir. Belki de daha önemli olan eğitim sistemine ciddi bir neşter atmaktır. Çok kolay gibi görünse de, en zor olan da budur. İlkokuldan, son okula kadar bütün eğitim sistemi günün şartlarına uygun, ‘tek tip anlayış’tan arınmış bir yapıya kavuşturulmalı. Bir o kadar önemli olan mesele de, medyadaki müstehcen yayın inadıdır. Merak ediyorum: Türkiye’yi idare edenler bu gazeteleri okumuyor mu? Okuyorsa, “Bu ne hal. Buna bir çare bulunmalı” demiyor mu? Yoksa sadece ‘manşet’lere bakıp, “Oh, ne iyi! Bugün de manşetteyim” diye seviniyorlar mı? Peki, iç sayfalar ve ‘ek’lerdeki müstehcenlik neyin nesi?
Eğitim ve medyadaki müstencenlik en ciddi problemler arasında. El birliğiyle hemen çare bulalım.