Bilhassa dış politikada işlerin plânlanan gibi gitmediği söylenebilir.
‘Sıfır sorun’la çıkılan yolun komşularla köprülerin atılacağı bir zemine gelmesini her hâlde kimse istemez ve beklemezdi. Ama bir şekilde arzu edilmeyen bu noktaya gelindi.
İlişkilerin düzelmesi beklenen bir konu da Avrupa Birliği müzakereleriydi. Bir yıl önce vizesiz seyahat imkânları tartışılırken bugün çok farklı bir noktaya gelindi. Bu noktada iyilerle kötülerin bilek güreşine tutuştuğunu söylemek lâzım. Çare de bellidir: Türkiye’deki iyilerle Avrupa’daki iyiler bir araya gelmeli ve her iki taraftaki kötülerle mücadele etmeli.
Meselâ, Lüksemburg’un eski başbakanlarından AB Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker bir bakıma “Birinci Avrupa”yı temsil ederek AB içinde Türkiye aleyhinde atılan adımlara itiraz ediyor. Jean-Claude Juncker Türkiye ile AB arasındaki üyelik müzakerelerinin askıya alınması yönündeki çağrılara karşı çıktığını açıklamış.
Türkiye’nin AB’nin önemli bir komşusu olduğunu ve Türkiye-AB arasındaki katılım müzakerelerinin devam etmesi gerektiğini düşündüğünü söyleyen Juncker, “Avrupa Parlamentosu’nun isteğinin aksine Türkiye-AB arasındaki katılım müzakerelerinin askıya alınmaması gerektiğini düşünüyorum” demiş.
Türkiye’nin, AB üyeliği rotasında kalması gerektiğini de hatırlatan Junker, önemli bir noktaya da dikkat çekmiş: “AB Türkiye’ye değil Türkiye AB’ye katılacak.”
Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci de İstanbul’da düzenlenen “Uluslar arası yatırımcılarla İstişare Toplantısı”nda yaptığı konuşmada, Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecini vazgeçilmez bir hedef olarak gördüğünü tekrarlamış ve şöyle demiş: “Derdimiz Türkiye AB’nin üyesi bir ülke olsun derdi değil, birinci hedefimiz AB’nin sahip olduğu tüm standartları insanlarımıza sağlamak, böyle bir ülke olmak.”
“Akıl için yol bir” anlamına gelecek bir tesbit de Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Ömer Çelik’den gelmiş. Çelik, katıldığı bir televizyon programında, “Biz Avrupa’ya dışarıdan konuşan bir ülke değiliz. Biz Avrupa’nın baştan beri bir parçasıyız. Güçlü bir Avrupa devletiyiz. Avrupa meselesi bizim dışımızda bir mesele değil. Geleceğimiz ortak, çıkarlarımız ortak. Dolayısıyla Avrupa’da bir güvenliksizlik durumu olması demek, AB’nin dağılması demek, bizim millî çıkarlarımıza zarar verir. Ticarî olarak zarar verir, oradaki, Avrupa’daki Türk varlığını, Müslüman varlığını, soydaş varlığını, ırkçılara ve faşistlere terk edemeyiz” diye konuşmuş. (AA, 3 Ağustos 2017)
AB ile ilişkileri koparmak Türkiye’nin ‘millî menfaatleri’ne aykırı ise ikide bir “AB’ye üyelik önemli değil. Biz kendi yolumuza devam ederiz” demenin bir anlamı var mı? Elbette milletin menfaatlerini korumak öncelikli gaye olmalıdır. Ancak bindiği dalı kesmek anlamına gelen adımların atılması ve meselenin iç politikaya âlet edilmesi doğru mu?
AB içinde Türkiye aleyhinde güçlü bir lobi olduğu muhakkaktır. Ama bu “İkinci Avrupa” yanlılarına kızıp kendi aleyhimize işler yapmamalıyız.
Her zaman tekrarladık ve tekrarlamaya da devam edelim: Ezanımızla, bayrağımızla, iyiliklerimizle Avrupa Birliği üyesi olabiliriz ve olmalıyız. Yılanın ısırmasından kaçıp ejderhalara yem olmayalım.